26 Temmuz 2013 CUMAANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Resmî Gazete
Sayı : 28719

 

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2011/20
Karar Sayısı : 2013/41
Karar Günü : 7.3.2013
İPTAL DAVASINI AÇANLAR : Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) TBMM Grubu adına Grup Başkanvekilleri Kemal ANADOL ile M. Akif HAMZAÇEBİ
İPTAL DAVASININ KONUSU : 11.12.2010 günlü, 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun;
1- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (h) bendinde yer alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” ibaresinin,
b- (l) bendinde yer alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” ibaresinin,
2- 3. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin,
3- 14. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde…” ibaresinin,
b- (5) numaralı fıkrasının,
4- 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesinin,
5- 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
6- 29. maddesinin (5) numaralı fıkrasının;
a- Birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresinin,
b- İkinci cümlesinin,
7- 30. maddesinin (5) numaralı fıkrasının;
a- Birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresinin,
b- İkinci cümlesinin,
8- 31. maddesinin (4) numaralı fıkrasının,
9- 36. maddesinin (10) numaralı fıkrasının,
10- 38. maddesinin;
a- (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin,
b- (10) numaralı fıkrasının,
11- Geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasının,
12- Geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
13- 48. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6., 7., 9., 10., 36., 37., 67., 140. ve 159. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
“…
II. GEREKÇE
a) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 2 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (h) ve (l) Bentlerinde Yer Alan “… geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan …” Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 2 nci maddesinde, bu Yasanın uygulanmasında hangi sözcüklerin neyi ifade edeceği belirtilmiş, diğer bir deyişle Yasanın uygulanmasında tanımlar yapılmıştır. Tanımlar, Yasa içinde tekrarlardan ve belirsizliklerden kaçınmak için önemlidir ve yasallık ilkesinin en önemli unsurlarıdır. Bu nedenle tanımların dikkatle seçilmesi ve Anayasaya uygunlukları konusunda gerekli özenin gösterilmesi gerekir. Bu özen Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlanan hukuk devletinin yaşama geçmesinin gereğidir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Anayasanın 159 uncu maddesinde yerini alan, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurularak görev yapan anayasal Kuruldur. Kurulun oluşumu Anayasada gösterilmiş, “üyelerin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve Dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların inceleme usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevlerinin” kanunla düzenleneceği öngörülmüştür.
Yasa koyucu, uygulama yasasını çıkarırken, Anayasaya ve özellikle de Anayasanın konuyla ilgili özgün maddesine uymak zorundadır. Anayasa ile belirlenen bir Kurulun üyelerinin, yasa ile genişletilmesi mümkün değildir.
159 uncu maddede, Kurul üyelerinin yedi asıl dört yedek üyesinin “birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hakim ve savcıları arasından adli yargı hakim ve savcılarınca”, üç asıl ve iki yedek üyesinin “birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idari yargı hakim ve savcıları arasından adli yargı hakim ve savcılarınca” seçileceği belirtilmiştir.
Hakim ve savcılar, adli ve idari yargıda yargılama faaliyetini yürüttükleri gibi “… geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta” da görev yapabilmektedir. Anayasanın 159 uncu maddesinde bu ayrıma yer verilmemiş, “adli yargı hakim ve savcıları” ile “idari yargı hakim ve savcıları” sözcükleri kullanılmıştır. Herhangi bir nitelendirmeyle belirtilmediği sürece, bu sözcüklerden fiilen hakimlik ve savcılık yapanlar anlaşılır. Geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta çalışanlar, Anayasanın 140 ıncı maddesinin son fıkrasında da özel olarak tanımlanmışlardır. 140 ıncı madde, “hakim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idari görevlerde çalışanlar” denilmek suretiyle fiilen hakimlik ve savcılık yapanlardan ayrılmışlardır. Benzer ayrım 159 uncu maddenin sondan bir önceki fıkrasında da yapılmış, “geçici ve sürekli olarak çalıştırılacak hakim ve savcılar” sözcükleri kullanılmıştır.
Anayasada benzer ayrımın Yargıtay ile ilgili154 üncü maddede ve Danıştay ile ilgili 155 inci maddelerde de yapıldığı, Bu yüksek yargı organlarına yapılacak üye seçimlerinde, “adli yargı hakim ve savcıları” ile “idari yargı hakim ve savcıları” sözcükleri yanında “bu meslekten sayılanlar arasından” sözcükleri kullanılmıştır.
Bu meslekten sayılanların, Anayasanın 140 ıncı maddesinin son fıkrasına göre, “hakim ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanma”ları özlük hakları bakımından güvence olup, Yargıtay ve Danıştay üye seçiminde olduğu gibi, Anayasa ile ayrıca nitelenmeyi gerektirmektedir. 140 ıncı maddenin son fıkrasının amacını aşar şekilde yorumlanmaması gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesinin 27.04.1993 günlü, E.1992/37, K.1993/18 sayılı kararında konu bu yönüyle vurgulamış, “Anayasanın 140 ıncı maddesinin yazılışında, dava konusu kuralın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülmesi sırasında da belirtildiği gibi bir anlatım bozukluğu (zaafıtelif) vardır. Çünkü, kuralda amacı aşan bir ifade kullanılmıştır. Bu nedenle de maddenin, amacına uygun yorumlanması gerekir” denilerek şu açıklama yapılmıştır:
“Bu düzenlemeden amaç, kendi muvafakatları ile yargı görevini bırakıp Bakanlık merkez kuruluşunda idarî bir görev kabul eden hâkim ve savcıların hâkim statüsünü korumaları, özlük hakları, özellikle malî hakları yönünden diğer hâkim ve savcılarla aynı durumda olmaları ve bulundukları hâkim statüsü gereği Anayasanın 139 uncu maddesine göre “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz” biçimindeki güvencelerden yararlanmaya devam etmelerini sağlamaktır.”
Anayasanın 159 uncu maddesinde, “bu meslekten sayılanlar arasından” veya “geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta” görev yapanlardan gibi bir ayrım yapılmamıştır. 159 uncu maddede, “adli yargı hakim ve savcıları” ile “idari yargı hakim ve savcıları” ifadeleri kullanılmak suretiyle, adli ve idari yargıda görev yapan hakim ve savcılarla sınırlı bir tanım yapılmıştır. Bu tanımın yasayla genişletilmesi, hukuk devleti ilkesine ve 159 uncu maddeye aykırılık oluşturur.
Uyum Yasası çıkmadan önce Anayasanın geçici 19 uncu maddesine göre yapılan ilk seçimlerde, uygulamanın genişletilerek yapılması, Anayasaya aykırılık savını ortadan kaldırmaz. Anayasa Mahkemesi, uygulamanın Anayasa aykırılığını değil, yasa kurallarının Anayasaya aykırılığını incelemekle görevlidir.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) ve (l) bentlerinde yer alan “… geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan …” sözcükleri Anayasanın 2 nci ve 159 uncu maddelerine aykırı olup iptalleri gerekmektedir.
b) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 3 üncü Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının İkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Kanununun 3 üncü maddesinde, Kurulun bağımsızlığı ve kuruluşu, Anayasanın 159 uncu maddesine koşut olarak düzenlenmiştir.
Yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşan Kurulun, yirmi asıl ve oniki yedek üyesi, Anayasada ve buna koşut olarak 6087 sayılı Yasada belirtilen niteliklere göre seçimle gelecektir. İki asıl üye ise doğal üyedir. Bunlardan biri, Kurul Başkanı olarak, Adalet Bakanı, diğeri ise Adalet Bakanlığı Müsteşarıdır. Anayasada, seçimle gelen yirmi üye için oniki yedek üye öngörüldüğü halde, doğal üyeler için yedek üye öngörülmemiştir.
Dava konusu tümcede ise “Müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olan”ın, Kurul toplantılarına katılması öngörülmüştür.
Anayasanın 159 uncu maddesinde, “Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir” denilmiş, bu iki doğal üye için yedek üyelik öngörülmediği gibi, vekalet müessesesi de öngörülmemiştir. Kendine özgü, nitelikleri ve koşulları Anayasa ile güvence altına alınmış ve yine Anayasa uyarınca “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre” kurularak görev yapan Kurul üyelerinin, Anayasa da öngörülmediği halde vekalet müessesesi ile görev yapması, bu üyenin ve vekalet edenin yürütme organının içinde bir Bakanlığın kamu görevlisi olduğu da göz önünde bulundurulduğunda Anayasaya uygun düşmez.
Anayasa ile getirilen istisnanın yasayla genişletilmesi, Kurulun mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yapması ilkesini zedeler. Mahkemelerin bağımsızlığı ile hakimlerin bağımsızlığı deyimleri eşanlamlı deyimlerdir. Çoğu kez biri diğerinin yerine kullanılır. Hakimlerin bağımsızlığı, hakimlerin gerek yasama, gerek yürütme karşısında bağımsız oldukları, her ne nedenle olursa olsun bu organların hakimlere emir veremeyecekleri anlamına gelir. Hakimlerin bağımsızlığının gerçekleşmesi, hakimlere kişisel güvencenin sağlanmasını da gerektirir. Hakimlik güvencesi, yargılama görevinin her türlü baskıdan uzak olarak yerine getirilmesi amacını güder. Hakimlik güvencesi, yargıya sağlanmış bir ayrıcalık değildir; görevin gereğidir. Bunda da kamu yararı vardır. Hakimlik güvencesi, hakimlerin bağımsızlığını korumaya hizmet eden müesseselerden sadece biri ve fakat en önemlisidir.
Hakimlerin nesnel (objektif) bağımsızlıklarına ilişkin güvenceler, mahkemeleri ve hakimleri görevleri ile ilgili gelebilecek doğrudan etki ve baskılardan korur. Ancak, hakimlere, bu görevleriyle ilgili doğrudan baskılar yanında; atanmaları, yükseltilmeleri, görevden alınmaları, yerlerinin değiştirilmesi ve maaşları gibi özlük haklarına ilişkin hususlarla dolaylı etki ve baskı da yapılabilir. Böylece, hakimlerin görevleriyle ilgili nesnel bağımsızlıkları, özlük haklarıyla ilgili kişisel bağımsızlıkları ile tamamlanarak, hakimlerin bağımsızlıkları tam olarak sağlanmış olmaktadır. Bu, ilkelere göre, HSYK’nin, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurulup görev yapması, Anayasa ile öngörülürken iki temel amaç güdülmüştür. Bunlardan biri, Kurulun, görev ve yetkilerinin özelliği gereği, kendi yapısının “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre oluşması; ikincisi de hakimler ve savcılarla ilgili özellikli ve önemli görev üstlenen Kurulun bu görevi yaparken hakim ve savcıların bağımsızlığı ile güvencesini sarsmamasıdır. Bu nedenlerle HSYK’nin anayasal güvence ile kurulması önem kazanmaktadır. Bu anayasal güvencenin yasayla zedelenmesi kabul edilemez.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı öngörülmüştür ve “yasama yetkisi” de bu maddede belirtilen yetkidir. Yasama yetkisini kullanan TBMM de kaynağını Anayasadan almayan Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa hükümleri, diğer organ, kurum kuruluş ve kişiler gibi yasama organını da bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Öte yandan, Kurulun toplantı yeter sayısı da Anayasa da düzenlenmemiştir. Diğer bir deyişle, Anayasada, doğal üyelerin Kurul toplantılarına katılamaması halinde, Kurulun toplanamayacağına dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. 159 uncu maddenin son fıkrasında, Kurulun toplantı ve karar yeter sayıları “kanun”a bırakılmıştır. Müsteşarın bulunmadığı durumlarda Kurulun toplanarak karar almasının engelleyen bir kural bulunmaktadır.
Yasama organının, Anayasa ile oluşturulan bir Kurulun üyeleri için, Anayasa da öngörülmediği halde vekalet müessesesi öngörmesi Anayasanın 6 ncı ve 159 uncu maddeleri karşısında kabul edilemez.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 3 üncü maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci tümcesi Anayasanın 6 ncı ve 159 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
c) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 14 üncü Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “… Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde …” Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinde, HSYK müfettişlerinin oluşturduğu Teftiş Kurulunun kuruluş ve görevleri düzenlenmiştir. Buna göre Teftiş Kurulu; Teftiş Kurulu Başkanı, iki başkan yardımcısı ile yeteri kadar Kurul başmüfettişi ve müfettişi ile bürolardan oluşacaktır. Kurul müfettişleri, görevlerini yerine getirirken Teftiş Kurulu Başkanına; Teftiş Kurulu Başkanı ise Kurula karşı sorumlu olacaktır. Ancak maddenin (2) numaralı fıkrasında, Teftiş Kurulunun, Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde Kurul adına görev yapacağı belirtilmiştir.
Anayasanın 159 uncu maddesinde, HSYK’nin yirmiiki asıl üyeden oluşacağı belirtildikten sonra, üç daire halinde çalışacağı belirtilmiştir. Maddenin son fıkrasında da, dairelerin oluşum ve işbölümü, görevleri, çalışma usul ve esasları “kanuna” bırakılmıştır. “Kurul müfettişleri”nin yapacağı işler ise 159 uncu maddede özel olarak düzenlenmiştir. Diğer bir deyişle, Anayasa koyucu, HSYK müfettişlerinin yapacağı işleri düzenlerken, HSYK’nin “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurulup görev yapmasına bağlı olarak, Kurul müfettişlerini de anayasal güvence altına almıştır. Bu güvence iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi, Kurula bağlılık, Kurul adına teftiş ve denetim görevi yapma, ikincisi de yapılacak teftiş ve denetim görevini Anayasada sayma… Bu iki bağlantı, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarının doğal sonucudur ve anayasal güvencedir. Anayasal güvencenin yasayla değiştirilmesi olanaklı değildir.
Anayasa, kuşkusuz, Mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç güvencesi kavramıyla kuralsız ve denetim dışı bir statünün varlığını amaçlamış olamaz. Bir hukuk devletinde adaletin yerine getirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin korunması hiç kimsenin keyfine ya da sağduyusuna bırakılamaz. Ancak, adaletin ve özgünlüklerin gereklerini hukuksal ve kurumsal güvencelere bağlamak zorunludur. Bu güvence, Anayasanın 159 uncu maddesiyle sağlanmış, “hakim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hakimler için idarî nitelikteki genelgeler) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri” Kurul müfettişlerine bırakılmıştır. Anayasa, burada sadece, denetim, inceleme ve soruşturma işlemlerinin başlamasıyla ilgili olarak görevlendirme yapmıştır. Buna göre, Kurula bağlı müfettişlerin denetim işine başlayabilmesi, “ilgili dairenin teklifi ve HSYK Başkanının oluru” ile mümkün olabilecektir. Bu ön işlemler, diğer deyişle başlangıç işlemleri, müfettişlerin ilgili daire ya da HSYK başkanı ile görev bağlantısı olduğu anlamına gelmez. Müfettişler, Kurul müfettişi olarak görev yapacaklarından, Kurul içindeki dairelerden birinin “gözetiminde” görev yapmaları Anayasaya uygun düşmez.
“Gözetim”, eşgüdüm ve koordinasyondan ya da bilgilenmeden öte bir ilişki ve bağlantıyı belirtmektedir, hiyerarşik ya da gözetim altındakinin üstünde bir ilişkiyi ve bağımlılığı tanımlar. Gözetimi yapan kişi ya da daire, gözetimi altındakilerin üzerinde yönlendirme ve denetim yetkisine sahip olur. Anayasanın 159 uncu maddesine, Kurul müfettişleri için, HSYK dışında, Bakan, Daire Başkanı, Kurul üyesi ya da Daireye bağımlılık ya da gözetim öngörülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 14 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde …” sözcükleri Anayasanın 159 uncu maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
d) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 14 üncü Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinde, Teftiş Kurulunun; Teftiş Kurulu Başkanı, iki başkan yardımcısı ile yeteri kadar Kurul başmüfettişi ve müfettişi ile bürolardan oluşacağı; Kurul müfettişlerinin, görevlerini yerine getirirken Teftiş Kurulu Başkanına, Teftiş Kurulu Başkanının ise HSYK’ye karşı sorumlu olduğu belirtildikten sonra, Teftiş Kurulunun görev ve yetkileri sıralanmıştır. Buna göre;
a) Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapmak.
b) Görev alanına giren konularda, uygulamada ortaya çıkan mevzuat yetersizliği ve aksaklıklar ile ilgili hususlarda gerekli inceleme ve araştırmaları yaparak alınması gerekli kanunî ve idarî tedbirler konusunda Kurula teklifte bulunmak.
c) Kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen veya Kurul tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.
Kurulun görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. Ancak, “Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan” Teftiş Kurulu ve Kurul müfettişlerinin, “çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esaslar” Yasada düzenlenmemiş, 14 üncü maddenin (5) numaralı fıkrası ile bu düzenleme “yönetmeliğe” bırakılmıştır.
Anayasanın 140 ıncı maddesinde, hakimlerin, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre görev yapacakları belirtildikten sonra, “Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” denilmiş ve anayasal güvence yasal güvence ile tamamlanmıştır.
Anayasanın 7 nci maddesindeki “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez” kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde sınırlarını belirlemek koşuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu şekilde değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir.
HSYK müfettişlerinin, HSYK ile statüer ilişkileri, 6087 sayılı Yasada belirlenen kadroları, nitelikleri ve görevleri gözetildiğinde Anayasanın 140 ıncı ve 159 uncu maddeleri kapsamında “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre görev yapacakları ve “çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esaslar”ının da yasayla düzenlenmesi gerekeceği kuşkusuzdur. 14 üncü maddenin dava konusu (5) numaralı fıkrasında ise, yasayla düzenlenmesi gereken bu konular yönetmeliğe bırakılmaktadır. Anayasanın 7 nci maddesi gereğince yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir.
6087 sayılı Yasanın 15 inci, 16 ncı ve 17 nci maddeleri gereğince, müfettişlerinin atama usullerinin, Teftiş Kurulu Başkan ve başkan yardımcılarının görev ve yetkilerinin, Kurul müfettişlerinin görev ve yetkilerinin yasayla düzenlenmiş olması karşısında, “çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esaslar”ının yasayla düzenlenerek güvence altına alındığı, sınırsız ve belirsiz alanı yönetimin düzenlemesine bırakmadığı söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 14 üncü maddesinin (5) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 140 ıncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
e) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 17 nci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Birinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 17 nci maddesinde Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri belirtilmiş, (2) numaralı fıkrada da Kurul müfettişleri bu görevlerini yerine getirirken;
a) Yapacakları araştırma, inceleme ve soruşturmalarda, lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinleyebilir, gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilir, sübut delilleri ile gereken bilgileri kamu kurum, kurul ve kuruluşlarından doğrudan toplayabilir.
b) Yapacakları inceleme ve soruşturmalarda bu Kanunda verilen yetkilere ilave olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre işlem yapabilir; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilir. 5271 sayılı Kanunda gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler bu hükmün dışındadır.
denilmiştir.
(2) numaralı fıkranın (b) bendinin birinci tümcesinde, müfettişlere, yapacakları inceleme ve soruşturmalarda 6087 sayılı Kanunda verilen yetkilere ek olarak;
(i) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre işlem yapabileceği,
(ii) Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabileceği belirtilmiştir. Böylece, Anayasanın 159 uncu maddesiyle özel niteliklere sahip olan kurul müfettişleri, Anayasada verilmeyen bir yetkiyle, 5271 sayılı CMK’ye göre işlem yapma ve Cumhuriyet savcısına tanınan tüm yetkileri kullanma yetkisiyle donatılmıştır.
Anayasanın 159 uncu maddesinde kurul müfettişlerine verilen, denetleme, inceleme ve soruşturma görevleriyle, CMK’ye göre işlem yapma ve Cumhuriyet savcısına tanınan tüm yetkileri kullanmayı karıştırmamak gerekir. 159 uncu maddede belirtilen denetleme, inceleme ve soruşturma tamamıyla idari nitelikli olup, özelliği gereği “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kendine özgü anayasal görev olarak ortaya çıkmıştır, yargısal nitelikte değildir. CMK’ye göre yapılan işlemler ve Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler ise yargısal niteliktedir. Müfettişlerin, hakim ve savcılar arasından atanması, onların müfettişlikleri döneminde yargısal nitelikli görev yapıp yetki kullanmalarını gerektirmez.
Anayasa Mahkemesinin de birçok kararında belirttiği gibi, Anayasanın 2 nci maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. “Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette, hukuk güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koşuludur.”
Anayasanın, Başlangıç’ında belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesi, 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkeleriyle, 9 uncu maddesinde belirtilen yargı yetkisi; Anayasanın 36 ncı maddesinde yerini bulan ve herhangi bir sınırlamaya tabi kılınmayan “hak arama hürriyeti”nin yaşama geçmesinin ilkelerini vermekte ve bu bağlantı, hakimlik ve savcılık mesleğinin güvence altına alındığı 140 ıncı maddeyle tamamlanmaktadır. 36 ncı maddedeki hak arama özgürlüğü, “iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı” ile bütünlük içindedir. Bu üç hak bir arada kullanılmadıkça hak arama özgürlüğünden söz edilemez. Anayasanın 37 nci maddesindeki “kanuni hakim güvencesi” de bu yargısal bütünlükle birlikte anlam kazanır. Nasıl savunma hakkı, yargılamanın olmazsa olmazı ise “iddia” da yargılamanın olmazsa olmazıdır ve Anayasa da teminat altına alınan “savcılık” mesleği ve be mesleğin çalışma usul ve esaslarını gösteren yasal düzenlemeye bağlı olarak yerine getirilir. İddia hakkının, bu yargısal bütünlük dışına çıkarılarak, Cumhuriyet savcısı dışında, idari nitelikte görev yapan müfettişler tarafından yerine getirilmesi, hukuk güvenliğini sarsar ve Anayasanın öngördüğü yargısal bütünlüğe uygun düşmez.
Bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanması zorunludur. Devlet açık ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk güvenliği sağlanır. Yasalarda yapılan değişikliklerin toplumsal gerçeklerle uyumlu olması ve adaletli kurallar içermesi gerekir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6 ncı maddesi ile birlikte değerlendirilmesi gereken Anayasanın 36 ncı maddesinde tanınan hak arama özgürlüğü, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesini de belirttiği gibi, sadece mahkemedeki yargılama sürecine uygulanmaz. Bu süreçten önceki ve sonraki aşamalarda da uygulanır. İHAS’nin 6 ncı ve Anayasanın 36 ncı maddelerinin, yargılamayı bir bütün olarak kapsadığı kesindir.
Dava konusu tümce, hak arama özgürlüğü ve yargı yetkisi ile bütünlük içinde olan Cumhuriyet savcısı yetkisini ve bu yetkinin usul ve esaslarını gösteren yasaya göre yapılacak işlemleri, Anayasaya aykırı olarak idari işlem yetkisi kullanan müfettişlere devretmektedir.
Kovuşturma ve soruşturmada izlenen usul, ilgili yargıç ve savcıya sağlanan savunma hakları, diğer bir deyişle “adil yargılanma hakkı”, sonucun da adil olmasının güvencesidir. Usul bakımından yeterli güvencelerin olmaması, anayasal teminat altında olan savcıların yetkilerinin idareye devri, yargı üzerinde “baskı” yaratılmasına ve keyfi uygulamalara neden olabilir. Yasa koyucunun bu önlemi alması, yeterli güvenceyi sağlaması, yargı bağımsızlığı önündeki tehditleri ve her türlü baskıyı artırabilir. Savcının sorumluluğu sonucu ortaya çıkan güvence ile müfettişin sorumluluğu sonucu ortaya çıkan güvence yargı bağımsızlığı yönünde farklılık gösteriri. İnceleme ve soruşturma geçirenlerin ya da geçirecek olanların bu tehdit ve baskıyı hissetmemeleri gerekir. Anayasanın 159 uncu maddesinde, inceleme ve soruşturma işlemlerinin, HSYK Başkanının, aynı zamanda Adalet Bakanının “oluru”na bırakılması, Kurula bağlı müfettişler tarafından yapılacak inceleme ve soruşturmayla, diğer deyişle idari işlemle, bağımsız savcılar tarafından yapılacak işlemlerin ayrılmasını gerektirir. Müfettiş raporları ile Cumhuriyet savcısı kararlarının hukuksal sonuçları fark göz önüne alınmalıdır. Müfettişlerin Kurula bağlı olması nedeniyle, iddia makamının aynı zamanda yargıç olması gibi bir durumla karşılaşılacaktır. Aksi halde soruşturma geçirecek yargıcın hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş olur.
Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkelerde de, “Bir yargıç hakkında disiplin cezası gerektirecek bir itham veya şikayet, uygun bir usul çerçevesinde, süratle ve adil bir şekilde çözümlenmelidir. Yargıç adil yargılanma hakkına sahip olmalıdır” (İlke 17) denilmiştir.
Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “bağımsız yargı”, yargının olmazsa olmaz koşulu olan “sav-savunma-karar” üçgeninden oluşur ve bu bütünlükle anlam kazanır. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak iddia ve savunmanın etkin katılımıyla sağlanabilir. İddianın önemi ve özelliği nedeniyle bu temel öğenin Cumhuriyet savcılığı müessesesine bağlı kılınması, hukuk devletinin ve adil yargılanma hakkının gereğidir.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 17 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 37 nci ve 140 ıncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
f) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 25 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 21 – 26 ncı maddelerinde, “adli ve idari yargı hakim ve savcılarının” HSYK’ye üye seçimleri düzenlenmiştir. Seçimlerin yönetim ve denetimi Yüksek Seçim Kuruluna bırakılmış, yapılacak seçimlerde, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 17 nci maddesi (siyasi parti temsilcileri) hükmü dışında, 6087 sayılı Yasaya aykırı olmayan hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
6087 sayılı Yasanın 25 inci maddesinde de, Propaganda yasağı getirilmiştir. Buna göre, “Adaylar, kesin aday listesinin ilânından oy verme süresinin bitimine kadar propaganda yapama”yacaklardır. Maddede, adayların neler yapabileceği de üç bent halinde sıralanmıştır. Adaylar;
a) Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilecekler,
b) Kendilerini tanıtan ve mesleki konularla ilgili düşüncelerini açıklayan mektup, elektronik posta ve kısa mesaj gönderebilecekler,
c) Kapalı yer toplantısı yapabileceklerdir.
Hangi alanda, hangi amaçla yapılırsa yapılsın, seçim ile demokrasi ayrılmaz bir bütündür. Seçme ve seçilme hakkı demokratik devlet yönetiminin “olmazsa olmaz” koşullarındandır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında “demokratik hukuk devleti” sayılırken, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma” haklarını düzenleyen 67 nci maddesinin birinci fıkrasında “vatandaşların, yasada gösterilen şartlara uygun olarak seçme ... hakkına sahip” olduğu; ikinci fıkrasında da seçimlerin “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy... esaslarına göre” yapılacağı hükme bağlanmıştır. Anayasanın, “Siyasi Haklar ve Ödevler” Bölümünde yer alan 67 nci maddesinde, “seçme ve seçilme” hakları düzenlenerek anayasal güvence altına alınmıştır. 67 nci maddede, seçme ve seçilme hakkının şartları kanuna bırakılmakla birlikte, seçilecek adayların propaganda yapması konusunda herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Öte yandan, 159 uncu maddede de böyle bir yasak ve sınırlamaya yer verilmemiştir.
Anayasanın Geçici 19 uncu maddedeki yasak, 5982 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılacak ilk seçimlerde uygulanmış ve uygulanmakla hükmünü tamamlamıştır. Anayasa koyucu, geçici maddede ilk seçimler için getirdiği yasak ve sınırlamayı 159 uncu maddeye taşımayarak bu alandaki iradesini de ortaya koymuş, yasak ve sınırlama getirmemiştir.
Seçime girenleri propaganda hakkından yoksun bırakmak ve sınırlamak demokratik anlayışla bağdaşmaz.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 25 inci maddesi Anayasanın 2 nci, 67 nci ve 159 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
g) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 29 uncu Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının, Birinci Tümcesinde Yer Alan “… ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde …” Bölümünün ve İkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 29 uncu maddesinin (4) numaralı fıkrasında, Genel Kurul toplantı gündemi, Başkan tarafından, Başkanvekilinin de görüşü alınmak suretiyle, işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenleneceği, gündemin, toplantının yapılacağı gün ve saati, Kurulda görüşülecek işleri ve sırasını göstereceği, tamamlanmayan gündem maddelerinin bir sonraki gündemde öncelikle görüşüleceği belirtilmiştir.
(5) numaralı fıkrada ise gündemde değişiklik yapılmasının; ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde Başkan veya üyelerden birinin talebi üzerine Genel Kurul kararı ile olacağı, ivedi ve süreli olmayan taleplerin bu suretle ele alınamayacağı belirtilmiştir.
Anayasanın 159 uncu maddesinde, HSYK’nin yönetimi ve temsili Kurul Başkanına verilmekle birlikte, asıl olarak “kurul sistemi” getirilmiştir. Gündem, Kurulun çalışması için en temel belge ve programdır. Başkana ait yönetim ve temsili Yasayla genişletmek, Başkanın Adalet Bakanı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yönetim ve temsildeki her genişleme “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre” çalışması gereken Kurulun, Adalet Bakanının ve buna bağlı olarak “yürütme organı”nın güdümüne girmesi, diğer bir deyişle “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasları”nın ihlali anlamına gelecektir.
Kurul çalışmaları, “ortak irade kullanımı”nı gerektirir. Ortak irade kullanımında, ortak iradenin çalışma programı olan gündemin de ortak irade ile yapılması ya da hazırlanan gündemin değiştirilmesinde ortak iradenin sınırlandırılmaması gerekir. Kurulun gündemine hakim olması demokratik hukuk devleti gereğidir.
Öz olarak gündem konusunda karar verme yetkisi Başkanın değil Kurulundur. Kurula ait karar yetkisinin, hukuka aykırı olarak Başkan tarafından kullanılması ve Kurulun gündem değiştirme hakkının sınırlandırılması, Kurulun karar yetkilerinin sınırlandırılması sonucunu doğurur.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 29 uncu maddesinin (5) numaralı fıkrasının, birinci tümcesinde yer alan “… ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde …” bölümü ve ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci ve 159 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
h) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 30 uncu Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının, Birinci Tümcesinde Yer Alan “… ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde …” Bölümünün ve İkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 30 uncu maddesinde Dairelerin gündeminin daire başkanı tarafından, işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenleneceği, gündemin, toplantının yapılacağı gün ve saati, dairede görüşülecek işleri ve sırasını göstereceği, tamamlanmayan gündem maddelerinin bir sonraki gündemde öncelikle görüşüleceği belirtilmiştir.
(5) numaralı fıkrada ise gündemde değişiklik yapılmasının; ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde daire başkanı veya üyelerden birinin talebi üzerine daire kararı ile olacağı, ivedi ve süreli olmayan taleplerin bu suretle ele alınamayacağı belirtilmiştir.
Yukarıda (g) sırasında açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 30 uncu maddesinin (5) numaralı fıkrasının, birinci tümcesinde yer alan “… ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde …” bölümü ve ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci ve 159 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
i) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 31 inci Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 31 inci maddesinde, Genel Kurulda ve dairelerde oylamayla ilgili usuller açıklanmış, (4) numaralı fıkrasında ise Disiplin işlemlerinde oyların dağılması hâlinde ilgilinin en fazla aleyhinde olan oyun çoğunluk meydana gelinceye kadar kendisine en yakın olan oya ilave edileceği belirtilmiştir.
Oylama iradesi, kurul halinde çalışmada, çalışmaya katılan üyelerin kurul kararına yansımasıdır. Kurul iradesi, üyelerin bireysel iradelerini buluşmasıyla oluşur. Bu buluşmada, çoğunluk iradesi, ya salt çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk olarak ortaya çıkar. (4) numaralı fıkrada, disiplin işlemlerinde ilgilinin “en fazla aleyhinde” olan oyun çoğunluk sağlanamaması halinde, bu oyların kendisine en yakın olan oya ilavesi suretiyle çoğunluğun sağlanması öngörülmüştür. Bu oy transferi, ilgilinin lehine gibi gözükse de, özünde oy kullanan üyelerin gerçek iradelerini yasayla değiştirmek anlamına gelir. Özgür oy iradesi, oylama sonucuna aynen yansımalıdır. Bu iradeyi yasayla değiştirmek, oy hakkının özünü ve demokratik hukuk devletini zedeler.
Gizli ya da açık, oy ilkesi, oy kullananın seçme hakkını hiçbir etki ya da baskı altında kalmaksızın özgür iradesiyle kullanmasını sağlamak amacını taşır. Oy kullanılırken her türlü çevre etkisinden uzaklaşılmalıdır.
Serbest oy ilkesi, oy kullananın el atmaya, baskıya ve etkiye kapılmadan oyunu kullanmasıdır. Oy kullanmayı etkileyecek, özgür iradeyi saptırabilecek her tür etkileme baskı sayılır. Oy kullanacak üyeyi dolaylı da olsa, olumlu ya da olumsuz etkiye açık tutacak her girişimin önlenmesi gerekir.
Oylamanın serbestliği ilkesi, oy kullanan iradenin oyunu her türlü etkiden uzak ve gizlilik içinde kullanmasının tam olarak güvence altına alınması halinde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin gereği budur.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 31 inci maddesinin (4) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
j) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 36 ncı Maddesinin (10) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
36 ncı maddede, HSYK’nin seçimle gelen üyelerinin, disiplin suçu oluşturan eylemleri sebebiyle, haklarında yürütülecek disiplin soruşturması ve kovuşturmasının, 6087 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Genel Kurul tarafından yapılacağı belirtilmiş, Genel Kurul tarafından yapılacak soruşturma ve kovuşturmanın usul ve esasları gösterilmiştir. HSYK’nin, anayasal konumu ve özelliği göz önünde bulundurulduğunda, Kurul üyelerinin kendine özgü soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi tutulmaları olağandır. Bu güvence, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurularak görev yapan Kurulun, “anayasal güvencesi”nin niteliğine uygundur.
Ancak, 36 ncı madenini (10) numaralı fıkrasında, “Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki eylemlerinden dolayı disiplin soruşturma veya kovuşturmaları Kurul tarafından, bulunduğu aşamadan itibaren, bu Kanundaki usul çerçevesinde, ilgililerin özel kanunlarındaki hükümleri esas alınmak suretiyle karara bağlanır” hükmü getirilerek, Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki eylemlerinde dolayı disiplin soruşturma ve kovuşturmaları da 6087 sayılı Kanundaki özel yönteme tabi tutulmuştur.
Böyle özel bir yöntem, Kurul üyeliği adaylığından Kurul üyeliği seçimine ve Kurul üyeliğindeki çalışma sorumluluğuna kadar tüm süreçleri, sübjektif olarak etkileyecek öneme ve etkiye sahiptir. Demokratik hukuk devleti, böylesine sübjektif koruma ve üstünlükleri kabul etmez. Anayasa da, Kurul üyelerinin, üyelikten önceki eylemlerinden dolayı özel bir koruma öngörmemiştir. Kaldı ki, yargı bağımsızlığı, yasama, yürütme organları ve toplum karşısında her türlü bağımsızlığı içerirken, yargının kendi içindeki bağımsızlıkla birlikte, “sübjektif” bağımsızlığı da içerir. Sübjektif bağımsızlık olmadan, yargı bağımsızlığından söz edilemez. Kurul üyesi, kendisini üyelikten önceki eylemleri nedeniyle soruşturan ve kovuşturan ve aklama durumunda olan diğer Kurul üyeleriyle birlikte çalışmak için, daha adaylığı döneminde, sübjektif bağımsızlığı ihlal edici baskılar altında kalacak, bu da Kurul üyeliğindeki pozisyonunu etkileyecektir. Kurul üyeliğini, önceki eylemlerin özel soruşturma ve kovuşturma yeri olarak görmek bile ayrımcılıktır ve hukuk devleti böyle bir ayrımcılığa da izin vermez. Kurul üyeliği ile önceki eylem arasında bağlantı, yargı bağımsızlığı ve yargıya güven ekseninde Kurul üyesinin davranışını etkileyecek nitelikte olmamalıdır. Kurul üyeliği makamının kötüye kullanımına yol açabilecek her tür kural ve davranış, yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasını tehdit eder, bağımsızlık ve teminat üzerinde baskı yaratır.
Evrensel yargı bağımsızlığı ilkeleri de bu doğrultuda kurallar içermektedir. Bangolar Yargısal Davranış İlkelerinin Önsözünde, “modern demokratik bir toplumda, yargının dürüstlüğü ve ahlaki otoritesi ve yargı sistemine toplumun güveni azami derecede önemli” görülmüştür. Önceki eylemini Kurula taşıyan üye, önyargıdan kurtulamaz ve bu durum diğer üyeleri de etkiler. Bu durumdan asıl etkilenecekler ise, meslekleri Kurul kararına bağlı yargıç ve savcılar olur. Kurul üyesinin önceki eyleminde aynı konumda olan yargıç ve savcının, aynı durumda olduğu kişinin Kurul üyesi olması halinde elde edeceği güvence karşısında, o Kurul üyesine güveni sarsılır.
Kurulun iç işleyişindeki bağımsızlık, bu tür önceki eylem etkisiyle zedelenmemeli, önceki eylem Kurulun iç işleyişine, yasayla da olsa taşınmamalıdır. Kurul üyesi, diğer Kurul üyeleri ile kişisel ilişkilerinde, makul olarak bakıldığında, taraflılık veya iltimas görüntüsü ya da şüphesi doğuracak durumlardan kaçınmalı, yasa kuralları da bu görüntü ya da şüpheyi taşıyacak düzenlemeleri içermemelidir. Yasa koyucunun bu tür zedelenmeye ya da anlam kargaşasına yol açması, kaynağını Anayasadan almayan bir yetkiyi kullanarak hukuk devletini ihlal etmesi anlamını taşır.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 36 ncı maddesinin (10) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
k) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 38 inci Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Birinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 38 inci maddesinde HSYK’nin seçimle gelen üyelerinin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü düzenlenmiştir. Buna göre, soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılacaktır. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilecek, Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık edecektir.
38 inci maddenin (4) numaralı fıkrasının birinci tümcesinde ise, Soruşturma kurulunun, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapacağı ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanacağı belirtilmiştir.
Yukarıda (e) bölümünde, 17 nci maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci tümcesinin Anayasaya aykırılığı bölümünde açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 38 inci maddesinin (4) numaralı fıkrasının birinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 37 nci ve 140 ıncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
l) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 38 inci Maddesinin (10) Numaralı Fıkrasın Anayasaya Aykırılığı
6087 sayılı Yasanın 38 inci maddesinde HSYK üyelerinin seçimle gelen üyelerinin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü düzenlenmiş, (10) numaralı fıkrada da, Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki suç teşkil eden eylemlerinden dolayı soruşturma yapılması ve kovuşturma izni verilmesi işlemlerinin, bulunduğu aşamadan itibaren Genel Kurul tarafından bu Kanun hükümlerine göre yürütüleceği belirtilmiştir.
Yukarıda, (j) bölümünde, 36 ncı maddenin (10) numaralı fıkrasının Anayasaya aykırılığında açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 38 inci maddesinin (10) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
m) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun Geçici 2 nci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Geçici 2 nci maddenin (2) numaralı fıkrasında, “7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla değiştirilen Anayasanın 159 uncu maddesi uyarınca oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun seçimle gelen üyelerinden, 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamında bulunanların, emeklilik hak ve yükümlülükleri; 2802 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi kapsamına giren Yargıtay daire başkanı esas alınarak tespit olunur” denilmiştir.
HSYK’nin seçimle gelen üyelerinin görev süresi dört yıldır. Doğal üye olan Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki bu üyelik “süreli” görevdir. Süresi biten üyelerin yeniden seçilme hakkına sahip olması bu durumu değiştirmez. Bu üyelerden, 5510 sayılı Yasanın geçici 4 üncü maddesi kapsamında, diğer anlatımla, 5434 sayılı Yasaya göre Emekli Sandığı kapsamında iştirakçi olanlar için, bu süreli göreve rağmen, özel bir emeklilik hak ve yükümlülüğü getirilmiş, emekliliğin “Yargıtay Daire Başkanı” esas alınarak tespit olunması öngörülmüştür.
Kurul üyeliğine;
a) Yüksek mahkeme üyeliğinden seçilenlerden Kurul üyeliği sona erenler, herhangi bir işleme gerek olmaksızın ve boş kadro şartı aranmaksızın, geldikleri yüksek mahkeme üyeliği görevine geri dönecekler, boşalan ilk üye kadrosu kendilerine tahsis olunacaktır.
b) Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılığından seçilenlerden;
1) Sürenin tamamlanmasından önce Kurul üyeliği sona erenler Genel Kurul,
2) Sürenin tamamlanması nedeniyle Kurul üyeliği sona erenler, kendilerinden sonra oluşacak Genel Kurul,
tarafından, müktesepleri dikkate alınarak, tercih ettikleri üç ayrı yerden birinde uygun görülecek bir göreve atanacaklardır.
c) Diğer kamu görevlerinden seçilenlerden, Kurul üyeliği sona erenler, başvuruları üzerine, yetkili kurumları tarafından önceki görevlerine veya kazanılmış hak aylık derecelerindeki başka bir göreve atanacaklardır.
Kurul üyeliğinin, 6087 sayılı Yasanın 28 inci maddesine göre, çeşitli nedenlerle dört yıllık süreden önce sona ermesi de mümkündür.
Yasanın 34 üncü maddesine göre, Kurulun seçimle gelen üyeleri; görevleri süresince, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacaklardır. Kurulun seçimle gelen üyelerinin, sosyal güvenlik bakımından 31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki hak ve yükümlülükleri de, Yargıtay daire başkanı esas alınarak tespit edilecektir. Bu üyeler, bu Kanunda belirtilenler dışında kalan özlük işleri ve hakları bakımından Kurul üyeliği görevi süresince, Yargıtay daire başkanı hakkındaki hükümlere tâbi olacaklardır.
Kurul üyeliği süresince, Yargıtay daire başkanı hakkındaki hükümlere tabi tutulan üyelerin, üyeliklerinin sona ermesine rağmen emekliliklerinde Yargıtay daire başkanının esas alınması kendilerine özel ve ayrıcalıklı bir emeklilik hakkı tanınmasıdır.
Söz konusu üyelerin hukuksal durumları, sadece Kurul üyeliği süresince ve geçici olarak değişmekte, üyeliğin sona ermesinden sonra da eski hukuksal durumlarına uygun kadrolara atanmaktadırlar. Diğer deyişle, Kurul üyeliği, tüm görev süresini kapsayan bir statü değildir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yalnız yasaların Anayasaya değil, Anayasanın da evrensel hukuk ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine Anayasanın 10 uncu maddesinde yer verilmiştir. Buna göre, herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. “Yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Eşitlik temeline dayanan adil bir hukuk düzeni kurma hukuk devletinin en önemli işlevlerinden biri olduğundan hukuksal eşitlik sağlanmadan hukuk devleti ilkesinin gerçekleşemeyeceği açıktır.
Bu durumda, HSYK üyelerine, üyeliklerinin sona erip, Yasada belirtilen şekilde eski görevlerine dönüp emekli olduktan sonra bağlanacak emekli aylıklarında, Yargıtay daire başkanı esas alınması, imtiyazlı durumdan yararlanmaları sonucunu doğuracaktır.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun geçici 2 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
n) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun Geçici 3 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Geçici 3 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasında, mülga 2461 sayılı Kanun ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hâkim ve savcıların, bu cezanın kaldırılması için idarî dava açmadan önce, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde HSYK’ye başvurmaları gerekeceği belirtilmiştir.
Maddenin devam eden fıkralarında ise cezanın kaldırılması için Genel Kurula yapılan başvurular üzerine yapılacak iş ve işlemler sıralanmıştır. Buna göre, Genel Kurul, usulüne uygun yapılan başvurular üzerine, dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda, talep halinde, başvuranın bizzat veya vekili aracılığıyla yazılı ya da sözlü savunmasını da almak suretiyle, başvurunun kabulüne veya reddine karar verecektir.
Başvurunun kabulü halinde;
a) Önceki kararın kaldırılmasına,
b) Hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde aranan niteliklerin kaybedilmemiş olması şartıyla ilgilinin hâkimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına,
c) Önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek gördüğünde eyleme uyan disiplin cezasına,
karar verilecektir.
(4) numaralı fıkraya göre, ikinci ve üçüncü fıkralar uyarınca verilen kararlara karşı, Başkan veya ilgili, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kuruldan yeniden inceleme talebinde bulunabilecektir. Yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararlar kesindir. (5) numaralı fıkrada, ikinci fıkra uyarınca verilen başvurunun reddine ilişkin kesinleşen kararların iptali talebiyle ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya başvurulabileceği, bu davanın, acele işlerden sayılacağı, üçüncü fıkra uyarınca verilen kararların yargı denetimi dışında olduğu belirtilmiştir.
Mülga 2461 sayılı Kanun ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, verilen meslekten çıkarma cezasının dayanağı, Anayasanın 159 uncu maddesinin 5982 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önceki şeklidir. Bu maddeye göre, HSYK kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamayacaktır. Bu hüküm, HSYK kararlarının kesinliğinin Anayasa ile tespitidir. Diğer bir anlatımla, 159 uncu maddenin değişmeden önceki şekline göre HSYK kararları kesindir. Anayasanın bu hükmü yasama organını da bağlar ve ancak Anayasa değişikliğiyle bu bağlayıcılık ortadan kalkabilir.
159 uncu maddede 5982 sayılı Yasayla yapılan değişiklik sonrası, “Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz” denilmek suretiyle, “meslekten çıkarma cezasına” ilişkin değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanması hukuk devletinin gereğidir. Anayasada, bu değişikliğin, önceki Anayasa maddesi kapsamında kalanlara uygulanacağına dair özel bir hüküm de bulunmamaktadır.
Anayasa hükmü yasa ile değiştirilemez, kaldırılamaz. 6087 sayılı Yasanın Geçici 3 üncü maddeyle getirilen kural, Yasayla, önceki Anayasa maddesi kapsamındakileri yeni hükmün kapsamına almaktadır. Bu, yasayla Anayasa değiştirme anlamındadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde hukuk devleti tanımlanmış, 6 ncı maddesinde de, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı öngörülmüştür ve “yasama yetkisi” de bu maddede belirtilen yetkidir. Yasama yetkisini kullanan TBMM de kaynağını Anayasadan almayan Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa hükümleri, diğer organ, kurum kuruluş ve kişiler gibi yasama organını da bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun geçici 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
o) 11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 48 inci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
“Yürütme” başlıklı 48 inci maddede, “Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür” denilerek, anayasal bir müessese olan HSYK’nin Yasasının yürütmesi, yürütme organı içindeki bir Kurul olan Bakanlar Kurulu’na bırakılmıştır. Anayasa gereğince, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurularak görev yapan HSYK, yürütme organı” içinde bir kurul değildir. Kuruluşu, Üyeleri, görev ve yetkileri Anayasa ile belirlenmiş anayasal bir kurumdur.
Anayasanın 159 uncu maddesinde, Adalet Bakanı ve Bakanlığıyla ilgili özel düzenlemeler bulunmakla birlikte, bu istisnai durumlar, HSYK’nin anayasal niteliğini, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esaslarına göre kurularak görev yapma özelliğini değiştirmez.
Anayasanın Başlangıç’ında ve maddelerinde, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi benimsenmiş, 6 ncı maddesinde, Türk Milletinin egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanacağı, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiştir. Anayasanın 8 inci maddesinde tanımlanan yürütme yetkisi ve görevi, Anayasa ve Kanunlara uygun olarak kullanılacaktır. Yargı yetkisi ise 9 uncu maddeye göre, Türk Milleti adına “bağımsız mahkemelerce” kullanılacaktır. Bağımsız mahkemeler, Anayasanın yargı bölümünde “mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı” esası şeklinde açılmış ve böylece Anayasanın Başlangıç’ından 2 nci maddesine, 6 ncı ve 9 uncu maddelerinden 138 – 159 uncu maddelerine uzanan kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı temel ilkesi ortaya çıkmıştır.
HSYK’de bu ilke kapsamına ve buna bağlı olarak anayasal güvenceye alınmıştır. Anayasa da HSYK’ye bu özgün nitelik verilirken, yürütme organının ve Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri de gösterilmiştir. Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri Anayasa ve bun uygun yasalarla sınırlıdır. Anayasada Bakanlar Kuruluna, HSYK Kanununu yürütmek, daha yerinde anlatımla, HSYK’nin kuruluş, görev ve yetkileriyle, işleyişiyle ilgili görev ve yetki üstlenmek yetkisi verilmemiştir. Yasaların yürütülmesi, uygulama, yönetim ve sorumluluktur. Nasıl, TBMM Genel Sekreterliği Teşkilat Kanununu Bakanlar Kurulu yürütemezse HSYK Kanunun da Bakanlar Kurulu yürütemez. Görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız olan, hiçbir organ, makam, merci veya kişi tarafında emir ve talimat verilemeyen Kurulun Kanununun Bakanlar Kurulu tarafından yürütülmesi hukuk devletiyle bağdaşmaz.
Yürütme içindeki Bakanlar Kurulu, görev ve yetkisini Türk Ulusu adına kullanmamakta, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanıp yerine getirmektedir. Bakanlar Kurulunun görev, yetki ve sorumluluk çerçevesi de Anayasa ve kanunlarla çizilmiştir. Bu çerçeve içinde, bağımsız yargı organına ilişkin olan alan ve yetki de yine Anayasada gösterilmiştir. Tıpkı yargı organları gibi HSYK’de, yürütme organı içinde “idare” değildir. Ulus adına yetki kullanamayan bir organın, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurularak görev ve yetki üstlenen HSYK’nin Kanununu yürütmesi bağımsızlık ilkesini zedeler.
Açıklanan nedenlerle, 11.12.2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 48 inci maddesi Anayasanın Başlangıç’ı ile 2 nci, 6 ncı ve 159 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemenin, uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır.
Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır.
HSYK Kanununun, Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taşıyan yukarıdaki kurallarının uygulamaya geçmesi durumunda, evrensel hukuk ilkeleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkeleri nedenleriyle telafisi imkansız zararlar doğacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen bölümlerin, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
11.12.2010 Tarihli ve 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun;
a) 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) ve (l) bentlerinde yer alan “… geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan …” sözcüklerinin, Anayasanın 2 nci ve 159 uncu maddelerine,
b) 3 üncü maddesinin (4) numaralı fıkrasının, “Müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olan, Kurul toplantılarına katılır” şeklindeki ikinci tümcesinin, Anayasanın 6 ncı ve 159 uncu maddelerine,
c) 14 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının “… Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde …” bölümünün, Anayasanın 159 uncu maddesine,
d) 14 üncü maddesinin (5) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 140 ıncı maddelerine,
e) 17 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci tümcesinin, Anayasanın 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 37 nci ve 140 ıncı maddelerine,
f) 25 inci maddesinin, Anayasanın 2 nci, 67 nci ve 159 uncu maddelerine,
g) 29 uncu maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci tümcesinin, “… ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde …” bölümü ile ikinci tümcesinin, Anayasanın 2 nci ve 159 uncu maddelerine,
h) 30 uncu maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci tümcesinin, “… ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde …” bölümü ile ikinci tümcesinin, Anayasanın 2 nci ve 159 uncu maddelerine,
i) 31 inci maddesinin (4) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci maddesine,
j) 36 ncı maddesinin (10) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine,
k) 38 inci maddesinin (4) numaralı fıkrasının birinci tümcesinin, Anayasanın 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 37 nci ve 140 ıncı maddelerine,
l) 38 inci maddesinin (10) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine,
m) Geçici 2 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine,
n) Geçici 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine,
o) 48 inci maddesinin, Anayasanın Başlangıç’ı ile 2 nci, 6 ncı ve 159 uncu maddelerine,
aykırı olduklarından iptallerine, Anayasaya açıkça aykırı olmaları ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenilen Yasa Kuralları
11.12.2010 günlü, 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun;
1- Dava konusu kuralları da içeren 2. maddesi şöyledir:
“Tanımlar
MADDE 2- (1) Bu Kanunun uygulanmasında;
a) Bakan: Adalet Bakanını,
b) Bakanlık: Adalet Bakanlığını,
c) Başkan: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanını,
ç) Başkanvekili: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekilini,
d) Daire: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun birinci, ikinci ve üçüncü dairelerinden her birini,
e) Daire başkanı: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun birinci, ikinci ve üçüncü daire başkanlarından her birini,
f) Genel Kurul: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunu,
g) Genel Sekreter: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreterini,
ğ) Genel Sekreterlik: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreterliğini,
h) Hâkim: 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda tanımlanan hâkim ile geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan hâkimi,
ı) Kurul: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu,
i) Kurul müfettişi: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Başkanlığında görev yapan Başkan, başkan yardımcıları, başmüfettiş ve müfettişleri,
j) Kurulun seçimle gelen üyesi: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyelerinden her birini,
k) Kurul üyesi: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyelerinden her birini,
l) Savcı: 2802 sayılı Kanunda tanımlanan savcı ile geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan savcıyı,
m) Teftiş Kurulu: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulunu,
n) Teftiş Kurulu Başkanı: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Başkanını,
o) Tetkik hâkimi: Kurulda görev yapan hâkim ve savcıları,
ifade eder.”
2- Dava konusu kuralı da içeren 3. maddesi şöyledir:
“Kuruluş ve Kurulun bağımsızlığı
MADDE 3- (1) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur.
(2) Kurul üç daire hâlinde çalışır.
(3) Kurulun Başkanı, Bakandır.
(4) Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olan, Kurul toplantılarına katılır.
(5) Kurul; Bakan, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Cumhurbaşkanınca seçilecek dört asıl, Yargıtaydan seçilecek üç asıl ve üç yedek, Danıştaydan seçilecek iki asıl ve iki yedek, Türkiye Adalet Akademisinden seçilecek bir asıl ve bir yedek, birinci sınıf olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek yedi asıl ve dört yedek ile birinci sınıf olan idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek üç asıl ve iki yedek üyeden oluşur.
(6) Kurul, görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Kurula emir ve talimat veremez.
(7) Kurul, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarını gözeterek adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri çerçevesinde görev yapar.”
3- Dava konusu kuralları da içeren 14. maddesi şöyledir:
“Teftiş Kurulunun oluşumu ve görevleri
MADDE 14- (1) Teftiş Kurulu; Teftiş Kurulu Başkanı, iki başkan yardımcısı ile yeteri kadar Kurul başmüfettişi ve müfettişi ile bürolardan oluşur.
(2) Teftiş Kurulu, Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde Kurul adına görev yapar.
(3) Kurul müfettişleri, görevlerini yerine getirirken Teftiş Kurulu Başkanına; Teftiş Kurulu Başkanı ise Kurula karşı sorumludur.
(4) Teftiş Kurulunun görev ve yetkileri şunlardır:
a) Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapmak.
b) Görev alanına giren konularda, uygulamada ortaya çıkan mevzuat yetersizliği ve aksaklıklar ile ilgili hususlarda gerekli inceleme ve araştırmaları yaparak alınması gerekli kanunî ve idarî tedbirler konusunda Kurula teklifte bulunmak.
c) Kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen veya Kurul tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.
(5) Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan Teftiş Kurulu ve Kurul müfettişlerinin çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
4- Dava konusu kuralı da içeren 17. maddesi şöyledir:
“Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri
MADDE 17- (1) Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri şunlardır:
a) Hâkim ve savcıların görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek.
b) Hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapmak.
(2) Kurul müfettişleri bu görevlerini yerine getirirken;
a) Yapacakları araştırma, inceleme ve soruşturmalarda, lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinleyebilir, gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilir, sübut delilleri ile gereken bilgileri kamu kurum, kurul ve kuruluşlarından doğrudan toplayabilir.
b) Yapacakları inceleme ve soruşturmalarda bu Kanunda verilen yetkilere ilave olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa göre işlem yapabilir; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilir. 5271 sayılı Kanunda gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler bu hükmün dışındadır.
(3) Kurul müfettişlerince yapılacak denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmalarda ilgili kuruluş ve kişiler istenecek her türlü bilgi ve belgeyi vermekle yükümlüdürler.
(4) Kurul müfettişleri, denetimlerde, yargı yetkisine ve yargısal takdire giren konulara karışamazlar, tavsiye ve telkinde bulunamazlar.”
5- Dava konusu kural olan 25. maddesi şöyledir:
“Propaganda yasağı
MADDE 25- (1) Adaylar, kesin aday listesinin ilânından oy verme süresinin bitimine kadar propaganda yapamazlar. Ancak;
a) Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler.
b) Kendilerini tanıtan ve mesleki konularla ilgili düşüncelerini açıklayan mektup, elektronik posta ve kısa mesaj gönderebilirler.
c) Kapalı yer toplantısı yapabilirler.”
6- Dava konusu kuralları da içeren 29. maddesi şöyledir:
“Genel Kurul toplantı ve karar yeter sayısı
MADDE 29- (1) Genel Kurul, her yılın ocak ayının onuncu işgünü kendiliğinden toplanarak, yıllık olağan toplantı günlerini tespit eder.
(2) Başkan, gereken hâllerde Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağırabilir. Üye tam sayısının salt çoğunluğunun, görüşülecek konuyu da belirten yazılı talebi üzerine Başkan, Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağırır.
(3) Genel Kurul, en az onbeş üyeyle toplanır ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar alır.
(4) Genel Kurul toplantı gündemi, Başkan tarafından, Başkanvekilinin de görüşü alınmak suretiyle, işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenlenir. Gündem, toplantının yapılacağı gün ve saati, Kurulda görüşülecek işleri ve sırasını gösterir. Tamamlanmayan gündem maddeleri bir sonraki gündemde öncelikle görüşülür.
(5) Gündemde değişiklik yapılması; ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde Başkan veya üyelerden birinin talebi üzerine Genel Kurul kararı ile olur. İvedi ve süreli olmayan talepler bu suretle ele alınamaz. Gündemdeki işlerden birinin sırasından önce ya da sonra görüşülmesi, ertelenmesi veya gündemden çıkarılması aynı usule tâbidir.”
7- Dava konusu kuralları da içeren 30. maddesi şöyledir:
“Dairelerin toplantı ve karar yeter sayısı
MADDE 30- (1) Daireler, daire başkanının çağrısı üzerine her yılın ocak ayında toplanarak yıllık olağan toplantı günlerini tespit eder.
(2) Daire başkanı, gereken hâllerde daireyi olağanüstü toplantıya çağırabilir. Üye tam sayısının salt çoğunluğunun, görüşülecek konuyu da belirten yazılı talebi üzerine daire başkanı, daireyi olağanüstü toplantıya çağırır.
(3) Daireler, en az beş üyeyle toplanır ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar alır.
(4) Dairelerin toplantı gündemi, daire başkanı tarafından işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenlenir. Gündem, toplantının yapılacağı gün ve saati, görüşülecek işleri ve sırasını gösterir. Tamamlanmayan gündem maddeleri bir sonraki gündemde öncelikle görüşülür.
(5) Gündemde değişiklik yapılması; ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde daire başkanı veya üyelerden birinin talebi üzerine daire kararı ile olur. İvedi ve süreli olmayan talepler bu suretle ele alınamaz. Gündemdeki işlerden birinin sırasından önce ya da sonra görüşülmesi, ertelenmesi veya gündemden çıkarılması aynı usule tâbidir.”
8- Dava konusu kuralı da içeren 31. maddesi şöyledir:
“Oylama
MADDE 31- (1) Genel Kurulda ve dairelerde görüşmeler tamamlandıktan sonra oylamaya geçilir. Aksine hüküm bulunmayan veya karar alınmayan durumlarda oylama açık yapılır.
(2) Genel Kurulun seçim işlerinde oylama gizli yapılır.
(3) Önce usule ilişkin hususlar oylanır. Usul konusunda azınlıkta kalanlar esas hakkında oylamaya katılmak zorundadır. Kurul veya daire başkanı yaş itibarıyla en genç üyeden başlayarak oyları toplar ve en sonunda kendi oyunu kullanır. Oylamalarda çekimser oy kullanılamaz.
(4) Disiplin işlemlerinde oyların dağılması hâlinde ilgilinin en fazla aleyhinde olan oy çoğunluk meydana gelinceye kadar kendisine en yakın olan oya ilave edilir.
(5) Oylamanın sonucu oturum başkanı tarafından tespit edilir ve açıklanır.”
9- Dava konusu kuralı da içeren 36. maddesi şöyledir:
“Üyelerin disiplin soruşturma ve kovuşturması işlemleri
MADDE 36- (1) Kurulun seçimle gelen üyelerinin, disiplin suçu oluşturan eylemleri sebebiyle, haklarında yürütülecek disiplin soruşturması ve kovuşturması, bu Kanun hükümleri uyarınca Genel Kurul tarafından yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde, Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan, ihbar veya şikâyeti doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir. Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.
(4) Soruşturma kurulu, konu ile ilgili bilgileri toplar ve sübut delillerini tespit eder, lüzum gördüğü kimseleri yeminle dinler, ilgiliye isnat olunan hâl ve hareketi bildirerek savunmasını alır. İlgili savunmasının istendiği andan itibaren, bizzat veya vekili aracılığıyla soruşturma evrakını incelemeye yetkilidir.
(5) Soruşturma kurulu, yaptığı soruşturmayı, elde ettiği bilgi ve delilleri gösteren ve bunlara göre disiplin cezası verilmesine yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula verir.
(6) Soruşturma sonucu ilgiliye yazılı olarak bildirilir ve yedi günden az olmamak üzere tayin edilen süre içinde Genel Kurul huzurunda kovuşturma aşamasına ilişkin olarak, bizzat veya vekili aracılığıyla sözlü ya da yazılı savunmasını vermeye davet edilir.
(7) Genel Kurul, disiplin kovuşturması kapsamında, hazırlanmış olan disiplin soruşturması dosyası ve raporunu inceler, ilgili yazılı savunma vermişse bu savunmayı okur, sözlü savunma yapmak istemişse sözlü savunmasını dinler; tüm evrak kapsamını gözönüne alarak;
a) Gerekirse soruşturmanın genişletilmesine veya derinleştirilmesine,
b) İsnat olunan hâl ve hareketi sabit görmezse dosyanın işlemden kaldırılmasına,
c) İsnat olunan hâl ve hareketi sabit görürse eyleme uyan disiplin cezasına,
karar verir.
(8) Ceza yönünden soruşturma veya kovuşturma başlatılmış olması, ayrıca disiplin soruşturması yapılmasına ve disiplin cezası verilmesine engel olmaz.
(9) Disiplin soruşturmasını gerektiren eylemlerin işlenmesinden itibaren üç yıl geçmişse disiplin soruşturması açılamaz. Disiplin cezasını gerektiren eylemin işlendiği tarihten itibaren beş yıl geçmişse disiplin cezası verilemez. Disiplin cezasını gerektiren eylem, aynı zamanda bir suç teşkil eder ve bu suç için kanunda daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş olur ve ceza soruşturması veya kovuşturması da açılır ise, bu fıkrada belirtilen süre yerine bu süreler uygulanır. Genel Kurulca kovuşturma sonucunun beklenmesine karar verilenler hakkında ise, mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren iki yıl geçmekle ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar.
(10) Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki eylemlerinden dolayı disiplin soruşturma veya kovuşturmaları Kurul tarafından, bulunduğu aşamadan itibaren, bu Kanundaki usul çerçevesinde, ilgililerin özel kanunlarındaki hükümleri esas alınmak suretiyle karara bağlanır.”
10- Dava konusu kuralları da içeren 38. maddesi şöyledir:
“Üyelerin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü
MADDE 38- (1) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir. Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.
(4) Soruşturma kurulu, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) Soruşturma kurulu, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, Yargıtayın görevli ceza dairesine verir. Yargıtayın görevli ceza dairesi tarafından iddianamenin bir örneği 5271 sayılı Kanun hükümleri gereğince, ilgiliye tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, on gün içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma daire tarafından derinleştirilir. Yapılan bu işlemler sonucunda, kovuşturma açılmasına veya kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar verilir. Kovuşturma açılmasına dair karar verilmesi durumunda evrak hemen bu Kanunda belirlenen kovuşturma mercilerine gönderilir. Kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karara karşı, kararı veren ceza dairesinin numara olarak kendisini izleyen ceza dairesine; kararı son numaralı ceza dairesi vermişse birinci ceza dairesine usulünce itiraz edilebilir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Kurula gönderilir.
(10) Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki suç teşkil eden eylemlerinden dolayı soruşturma yapılması ve kovuşturma izni verilmesi işlemleri, bulunduğu aşamadan itibaren Genel Kurul tarafından bu Kanun hükümlerine göre yürütülür.”
11- Dava konusu kuralı da içeren geçici 2. maddesi şöyledir:
“Mali ve sosyal haklar ile emeklilik
GEÇİCİ MADDE 2- (1) İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, adalet müfettişlerine tanınan tüm malî ve sosyal haklardan Kurul müfettişleri de faydalanır.
(2) 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla değiştirilen Anayasanın 159 uncu maddesi uyarınca oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun seçimle gelen üyelerinden, 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamında bulunanların, emeklilik hak ve yükümlülükleri; 2802 sayılı Kanunun geçici 16 ncı maddesi kapsamına giren Yargıtay daire başkanı esas alınarak tespit olunur.”
12- Dava konusu kuralı da içeren geçici 3. maddesi şöyledir:
“Hakkında meslekten çıkarma kararı verilmiş olanların durumu
GEÇİCİ MADDE 3- (1) 2461 sayılı Kanun ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hâkim ve savcıların, bu cezanın kaldırılması için idarî dava açmadan önce, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde Kurula başvurmaları gerekir.
(2) Genel Kurul, usulüne uygun yapılan başvurular üzerine, dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda, talep halinde, başvuranın bizzat veya vekili aracılığıyla yazılı ya da sözlü savunmasını da almak suretiyle, başvurunun kabulüne veya reddine karar verir.
(3) Başvurunun kabulü halinde;
a) Önceki kararın kaldırılmasına,
b) Hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde aranan niteliklerin kaybedilmemiş olması şartıyla ilgilinin hâkimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına,
c) Önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek gördüğünde eyleme uyan disiplin cezasına,
karar verir.
(4) İkinci ve üçüncü fıkralar uyarınca verilen kararlara karşı, Başkan veya ilgili, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kuruldan yeniden inceleme talebinde bulunabilirler. Yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararlar kesindir.
(5) İkinci fıkra uyarınca verilen başvurunun reddine ilişkin kesinleşen kararların iptali talebiyle ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya başvurulabilir. Bu dava, acele işlerden sayılır. Üçüncü fıkra uyarınca verilen kararlar yargı denetimi dışındadır.”
13- Dava konusu kural olan 48. maddesi şöyledir:
“Yürütme
MADDE 48- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6., 7., 9., 10., 36., 37., 67., 140. ve 159. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN’ın katılımlarıyla;
1- 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmadan, Mahkeme’nin çalışıp çalışamayacağına ilişkin ön meselenin incelenmesi sonucunda; Mahkeme’nin çalışmasına bir engel bulunmadığına, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Zehra Ayla PERKTAŞ ile Celal Mümtaz AKINCI’nın, gerekçesi 2010/68 esas sayılı dosyada belirtilen karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- Dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE,
3- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, Fettah OTO’nun “Yürürlüğün durdurulması isteminin öncelikle görüşülmesi” gerektiği yolundaki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
24.2.2011 gününde karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Metin EFE tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun’un 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (h) ve (l) Bentlerinde Yer Alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” İbarelerinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, hâkim ve savcıların adli ve idari yargıda yargılama faaliyetlerini yürüttükleri gibi geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta da görev yapabildikleri, oysa Anayasa’nın 159. maddesinde böyle bir ayrıma yer verilmediği, geçici yetki veya görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta çalışanların Anayasa’nın 140. maddesinde “hakim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idari görevlerde çalışanlar” denilmek suretiyle fiilen hâkimlik ve savcılık yapanlardan ayrıldığı, Anayasa’nın 159. maddesinde, bu meslekten sayılanlar arasında geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka kurum veya kuruluşta görev yapanlar gibi bir ayrım yapılmadığı ve dolayısıyla dava konusu kurallarla Anayasa’nın 159. maddesinde yapılan sınırlı tanımın genişletildiği belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava konusu kural Anayasa’nın 140. maddesi yönünden de incelenmiştir.
2802 sayılı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde hâkim ile savcının 2802 sayılı Kanun uygulamasında kimleri kapsadığı belirtilmiştir. Buna göre, hâkimin; adli yargıda, mahkeme başkan ve üyelerini, hâkimleri, Yargıtay tetkik hâkimleri ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan hâkimleri; idari yargıda, mahkeme başkan ve üyelerini, hâkimleri, Danıştay tetkik hâkimleri ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan hâkimleri; savcının ise adli yargıda, il ve ilçe Cumhuriyet başsavcılarını, Cumhuriyet başsavcı vekillerini, Cumhuriyet savcılarını, Yargıtay Cumhuriyet savcıları ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan savcıları; idari yargıda, Danıştay savcıları ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan savcıları kapsadığı ifade edilmiştir.
Kanun’un dava konusu kuralları da içeren 2. maddesinde, Kanun’da geçen bazı kavramların Kanun’un uygulanmasında ne anlama geldiği ifade edilmiştir. Buna göre, anılan maddenin dava konusu kuralın yer aldığı (h) bendinde hâkimin, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda tanımlanan hâkim ile geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan hâkimi; dava konusu kuralın yer aldığı (l) bendinde ise savcının, 2802 sayılı Kanun’da tanımlanan savcı ile geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan savcıyı ifade ettiği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa’nın “Hakimlik ve Savcılık Mesleği” başlıklı 140. maddesinin beşinci fıkrasında, “Hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmi ve özel hiçbir görev alamazlar.” denilmiştir. Buna paralel olarak 2802 sayılı Kanun’un 48. maddesinin dördüncü fıkrasında, hâkim ve savcıların, kanunlarda belirlenenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev alamayacakları kural altına alınmıştır. Bu bağlamda, bir hâkim veya savcının geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilebilmesi için öncelikle hâkim veya savcının görevlendirileceği kurum veya kuruluşun kanununda açıkça görevlendirme yapılabileceğine dair bir düzenlemenin bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla, bir hâkim veya savcının görevlendirileceği kurum veya kuruluşun kanununda görevlendirme yapılabileceğine dair bir düzenleme yoksa hâkim veya savcının geçici yetki veya görevlendirme ile o kurum veya kuruluşta görevlendirilebilmesi mümkün değildir. Bu şekilde geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilen hâkim veya savcının ise kadroları ile ilişikleri devam etmekte ve hâkim ve savcı statüleri korunmaktadır. Nitekim, bu hâkim ve savcıların özlük işlemleri 2802 sayılı Kanun’a göre yapılıp Anayasa’da teminat altına alınan güvencelerden de yararlanmaktadırlar. Bu nedenle, Anayasa’nın 140. maddesinin beşinci fıkrası gereğince ancak bir kanunun açık hükmüne göre geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilebilen hâkim ve savcının, 2802 sayılı Kanun’da tanımlanan hâkim ve savcı tanımının içerisinde yer almadığı söylenemez.
Diğer taraftan, Anayasa’nın 140. maddesinin yedinci fıkrasında, “Hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idari görevlerde çalışanlar, hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tabidirler. Bunlar, hâkimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hâkimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar.” denilmiştir. Anılan fıkrada yer alan “adalet hizmeti” ibaresinden, yalnızca Adalet Bakanlığı nezdinde yürütülen adalet hizmetleri kastedilmediği ve diğer kurum veya kuruluşlarda da kanunla belirlenmiş alanlarda adalet hizmetinin sunulacağı açıktır. Dolayısıyla, adalet hizmetinin gerektirdiği hallerde ve kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilen hâkim ve savcının anılan Anayasa kuralı karşısında hâkimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan da yararlanacaklarında kuşku bulunmamaktadır.
Kanun’un dava konusu kuralların da yer aldığı madde gerekçesinde ise konuyla ilgili olarak, gereksiz tekrarlardan kaçınmak ve tereddütlere meydan vermemek amacıyla Kanun’da sıkça kullanılan bazı kavramların ne anlama geldiğinin açıklandığı belirtilmiştir. Buna göre, geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilen hâkim ve savcının, yukarıda belirtilen kanun ve Anayasa kuralları gözetildiğinde hâkim ve savcı tanımı içerisinde yer aldıkları ve dava konusu kurallarla Anayasa’ya aykırı olarak hâkim ve savcı tanımının genişletildiği söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa’nın 2. ve 140. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
Kuralların, Anayasa’nın 159. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
Bu görüşe Mehmet ERTEN katılmamıştır.
B- Kanun’un 3. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun doğal üyesi olduğu, Anayasa’da seçimle gelen üyeler için yedek üyelik sisteminin öngörüldüğü hâlde doğal üyeler için yedek üye sisteminin veya vekâlet müessesesinin öngörülmediği, dolayısıyla mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı teminatına göre görev yapan Kurul üyelerinin Anayasa’da öngörülmeyen şekilde vekâlet müessesesi ile görev yapmasının Anayasa’ya uygun düşmediği, hiç kimsenin veya organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağı, Anayasa’da öngörülmediği hâlde Kurul’un doğal üyesi olan Müsteşar için yasama organınca vekâlet müessesinin kabul edilemeyeceği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 6. ve 159. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un dava konusu kuralı da içeren 3. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın Kurulun tabii üyesi olduğu, Müsteşar’ın bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olanın Kurul toplantılarına katılacağı belirtilmiştir.
Kanun’un konuyla ilgili olarak madde gerekçesinde, “Anayasanın 159 uncu maddesinde, Müsteşarın üyeliğiyle ilgili hükümde, 5982 sayılı Kanunla bir değişiklik yapılmamıştır. Yine 2461 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasında da ‘Müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olan Kurula katılır’ hükmü yer almaktadır. Hukukun genel ilkesi gereğince vekil, asılın bütün yetkilerine sahiptir. Bu bağlamda, asıl bulunmadığı zamanlarda, vekil, asıla ait bütün hak ve yetkileri kullanacaktır. Bu ilkeye göre, Müsteşar görevi başında bulunmadığı zaman ona vekâlet edenin, Müsteşarın yetkilerini kullanacağı ve görevlerini yerine getireceği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte söz konusu hüküm, görevi başında bulunan Müsteşara, Kurul toplantılarına kendisi katılmayarak yerine uygun göreceği bir yardımcısının katılmasını sağlama imkânı tanımamaktadır. Bu durum, sadece, Müsteşarın hastalık, yurt dışında olma, izin, rapor ve benzeri sebeplerle görevi başında olmadığı hallerle sınırlıdır. Ayrıca benzer bir düzenleme 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanununun 15 inci maddesinin son fıkrasında da yer almaktadır. Söz konusu hüküm maddede yer almasa bile yukarıda açıklanan gerekçelerle, uygulamanın aynı şekilde olması gerektiği konusunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte yürürlükteki 2461 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde yer alan bu yöndeki hükmün, Tasarıda yer almamasının farklı yorumların yapılmasına sebep olabileceği düşüncesiyle, yürürlükteki hüküm Tasarıda tekrarlanmıştır.” denilmiştir.
Anayasa’nın “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” başlıklı 159. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde, Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın Kurulun tabii üyesi olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın 159. maddesinde, Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın Kurulun tabii üyesi olduğu belirtilirken Müşteşar’ın, kişi olarak değil makam olarak anlaşılması gerektiği açıktır. Müsteşarlık, idare hukuku genel ilkeleri gereğince, “kamu hizmetlerinin devamlılığı ilkesi”ne göre yürütülmesi gereken bir görevdir. Dolayısıyla, müsteşarın görevi başında bulunmadığı durumlarda bu makama, asaleten atama yapılıncaya ya da müsteşarın kanunen görevine dönünceye kadar usulüne göre vekâlet edilebilir. Bu vekilin ise vekâlet ettiği müsteşarlık görevinin yetki ve sınırları içinde kalmak kaydı ile asılın tüm hak ve yetkilerine sahip olacağı açık olup bu husus vekâlet kurumunun doğal bir sonucudur. Bu nedenle, vekil ya da asıl, hukuken bu makamı kim temsil ediyorsa Kurul toplantılarına katılacak olan kişi, makamı hukuken temsil eden kişidir. Kaldı ki, Anayasa’nın 159. maddesinde bu durumu yasaklayan bir kural da bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Anayasa’nın 159. maddesinin birinci fıkrasında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapacağı; Kanun’un “Kuruluş ve Kurulun Bağımsızlığı” başlıklı 3. maddesinin (7) numaralı fıkrasında, Kurulun, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarını gözeterek görev yapacağı belirtilmiştir. Söz konusu kurallar gözetildiğinde asılın hak ve yetkilerine sahip olan vekilin de bu teminatlara göre görev yapacağı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 159. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa’nın 6. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
C- Kanun’un 14. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde…” İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kurul müfettişlerinin yapacağı işlerin Anayasa’nın 159. maddesinde özel olarak düzenlendiği, Kurulun mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup görev yapmasına bağlı olarak Kurul müfettişlerinin de anayasal teminat altına alındığı, bu teminatın kanunla değiştirilmesinin olanaklı olmadığı, Anayasa’nın 159. maddesiyle Kurul müfettişlerine verilen denetim, inceleme ve soruşturma yetkisinin başlamasıyla ilgili olarak ilgili dairenin teklifi ve Kurul Başkanı’nın oluru ile mümkün olması durumunun müfettişlerin ilgili daire ya da Kurul Başkanı ile görev bağlantısı olduğu anlamına gelmeyeceği, gözetimin eşgüdüm ya da bilgilendirmeden öte bir ilişkiyi ve bağımlılığı tanımladığı, gözetim yapan kişi ya da dairenin gözetim altındakilerin üzerinde yönlendirme ve denetim yetkisine sahip olacağı, Kurul müfettişleri için Anayasa’da Kurul dışında Bakan, Daire Başkanı, Kurul üyesi ya da herhangi bir Daireye bağımlılık ya da gözetimin öngörülmediği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 159. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Teftiş Kurulunun Oluşumu ve Görevleri” başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Teftiş Kurulunun, Teftiş Kurulu Başkanı, iki başkan yardımcısı ile yeteri kadar Kurul başmüfettişi ve müfettişi ile bürolardan oluşacağı; (3) numaralı fıkrasında, Kurul müfettişlerinin, görevlerini yerine getirirken Teftiş Kurulu Başkanı’na, Teftiş Kurulu Başkanı’nın ise Kurula karşı sorumlu olduğu; dava konusu kuralın da yer aldığı (2) numaralı fıkrasında ise Teftiş Kurulunun, Üçüncü Daire Başkanı’nın gözetiminde Kurul adına görev yapacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 159. maddesinin dokuzuncu fıkrasında, “Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.” denilmiştir.
Kurula bağlı olarak kurulan Teftiş Kurulunun da mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapacağı açıktır. Nitekim, Kanun’un 14. maddesinin (5) numaralı fıkrasında, Teftiş Kurulu ile müfettişlerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla, Teftiş Kurulu ile müfettişlerinin, müfettiş olarak kanaatlerinin etkilenmesi, yönlendirilmesi ya da denetlenmesi söz konusu olamaz. Ancak, Teftiş Kurulunun verimli şekilde işlemesi ya da kurum içi koordinasyonun sağlanması amacıyla alınması gereken bir takım idari tedbirler için yetki verilmesinde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan Teftiş Kurulu ile müfettişlerinin bağımsızlıklarını ya da tarafsızlıklarını engelleyen bir yön bulunmadığı gibi bu yetkilerin Teftiş Kurulu ile müfettişlerinin müfettiş olarak kanaatlerinin etkilenmesi, yönlendirilmesi ya da denetlenmesi olarak nitelendirilemez. Buna göre, dava konusu kuralla, Üçüncü Daire Başkanı’na verilen gözetim yetkisinin, Teftiş Kurulunun verimli şekilde işlemesi amacıyla alınması gereken bir takım idari tedbirler için verildiği açık olduğundan kuralda, Anayasa’ya aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 159. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
D- Kanun’un 14. Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 140. maddesinde, hâkim ve savcılar hakkında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi hususunun mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceğinin belirtildiği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan Teftiş Kurulu ve Kurul müfettişlerinin çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esasların da yönetmeliğe bırakılmaksızın kanunla düzenlenmesinin gerektiği, Anayasa’nın 7. maddesi gereğince kanun koyucunun, temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütme erkine yetki vermemesi gerektiği, dava konusu kuralla sınırsız ve belirsiz bir alanın idarenin düzenlemesine bırakıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 7. ve 140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Teftiş Kurulunun Oluşumu ve Görevleri” başlıklı 14. maddesinin dava konusu (5) numaralı fıkrasında, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan Teftiş Kurulu ve Kurul müfettişlerinin çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği öngörülmüştür. Buna göre, kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasa'nın 7. maddesine aykırı düşer. Ancak, kanunda temel esasların ve çerçevenin belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz.
Kanun’un “Kurulun Görevleri” başlıklı 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde, hâkim ve savcıların görevlerini alt bentlerde belirtilen hâkim ve savcılar hariç olmak üzere; kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yürütmek, Kurulun görevleri arasında sayılmıştır.
Kanun’un “Başkanlık, Görev ve Yetkiler” başlıklı 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, ilgili dairenin teklifi üzerine, hâkim ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma işlemlerine olur verilmesi hususunun Kurul Başkanı’nın görev ve yetkisinde olduğu belirtilmiştir.
Kanun’un 14. maddesinin (4) numaralı fıkrasının (a) bendinde, adli ve idari yargı hâkim ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemenin; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapmanın Teftiş Kurulunun; “Kurul Müfettişlerinin Görev ve Yetkileri” başlıklı 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise hâkim ve savcıların görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek ve hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapmanın Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu kurala bağlanmıştır.
Diğer taraftan, anılan 17. maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, Kurul müfettişlerinin görevlerini yerine getirirken yapacakları inceleme ve soruşturmalarda Kanun’da verilen yetkilere ilave olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre işlem yapabilecekleri; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilecekleri belirtilmiş ancak, 5271 sayılı Kanun’da gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkilerin bu hükmün dışında olduğu öngörülmüştür.
Teftiş Kurulu ile müfettişlerinin görev ve yetkileri Kanun’da açıkça düzenlenmiştir. Dolayısıyla, Teftiş Kurulu ile müfettişlerinin çalışma yöntemleri ile denetime ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenlenmesi hususu, idari işleyişle ilgili olup teknik ayrıntıları içerdiği ve yasama yetkisinin devri niteliğinde olmadığı açıktır.
Ayrıca, Kanun’da belirtilen hâkim ve savcılar hakkında araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapılması usulü ile mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan Teftiş Kurulu ve müfettişlerinin görev ve yetkileri de Kanun’da açıkça düzenlenmiş ve güvence altına alınmıştır. Bu konudaki açık düzenlemeler karşısında, Teftiş Kurulu ve Kurul müfettişleri tarafından yapılacak araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenlenmesi hususu da teknik ayrıntıları içerdiği ve yasama yetkisinin devri niteliğinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 140. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
E- Kanun’un 17. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Birinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 159. maddesinde Kurul müfettişlerine verilen denetleme, inceleme ve soruşturma görevleriyle 5271 sayılı Kanun’a göre işlem yapma ve Cumhuriyet savcısına tanınan tüm yetkileri kullanmanın birbiriyle karıştırılmaması gerektiği, Anayasa’nın 159. maddesinde belirtilen denetleme, inceleme ve soruşturma yetkisinin tamamıyla idari nitelikte olup yargısal nitelikte olmadığı, Kurul müfettişlerinin hâkim ve savcılar arasından atanıyor olmasının onların müfettişlikleri döneminde yargısal nitelikli görev yapıp yetki kullanmalarını gerektirmeyeceği, dava konusu kuralla, Cumhuriyet savcısı yetkisinin Anayasa’ya aykırı olarak idari işlem yetkisi kullanan Kurul müfettişlerine devredildiği, Kurula bağlı müfettişler tarafından yapılacak inceleme ve soruşturmayla bağımsız Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacak işlemlerin birbirinden ayrılmasının gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 9., 36., 37. ve 140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava konusu kural Anayasa’nın 159. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Kanun’un “Kurul Müfettişlerinin Görev ve Yetkileri” başlıklı 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, hâkim ve savcıların görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek ve hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapmanın, Kurul müfettişlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu kurala bağlanmıştır.
Maddenin (2) numaralı fıkrasının dava konusu kuralın da yer aldığı (b) bendinde, Kurul müfettişlerinin görevlerini yerine getirirken yapacakları inceleme ve soruşturmalarda Kanun’da verilen yetkilere ilave olarak 5271 sayılı Kanun’a göre işlem yapabilecekleri; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilecekleri belirtilmiş ancak, 5271 sayılı Kanun’da gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkilerin bu hükmün dışında olduğu öngörülmüştür.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatını göz önünde bulunduran, kişi güvenliğini sağlayarak her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdüren devlettir.
Anayasa’nın 159. maddesinin dokuzuncu fıkrasında, “Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.” denilmiştir.
Hâkim ve savcıların görevleri sırasında işledikleri iddia edilen suçlar ile kişisel suçları yönünden genel hükümlerden farklı soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi tutulmaları, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile çelişmemektedir.
5271 sayılı Kanun’da veya diğer özel kanunlarda Cumhuriyet savcılarına verilen yetkiler, Cumhuriyet savcılarının etkin bir soruşturma yapabilmelerini sağlamak için verilmiştir. Kurul müfettişlerinin de etkin ve teknik anlamda bir soruşturma yapabilmeleri, bu müfettişlerin 5271 sayılı Kanun’da Cumhuriyet savcılarına tanınan yetkileri kullanmalarına bağlıdır. Bu yetkiler ise Anayasa’da yer alan hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı çerçevesinde suçun ve suçlunun belirlenmesi ve mahkeme önüne çıkarılması amacıyla verilmiş yetkilerdir. Dolayısıyla, bu yetkilerin teknik anlamda Cumhuriyet savcıları ile aynı görevi yapacak olan Kurul müfettişlerine de verilmesi hususu, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan ve adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan hukuk devleti ilkesi ile çelişmediği gibi Anayasa’nın 159. maddesinin de bir gereğidir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 9., 36., 37. ve 140. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
F- Kanun’un 25. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, hangi alanda ve ne amaçla yapılırsa yapılsın, seçim ile demokrasinin ayrılmaz bir bütün olduğu, seçme ve seçilme hakkının demokratik devlet yönetiminin “olmazsa olmaz“ koşullarından olduğu, Anayasa’nın hukuk devleti ilkesinin düzenlendiği 2. maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında “demokratik hukuk devleti” sayılırken, seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını düzenleyen 67. maddesinde seçme ve seçilme haklarının güvence altına alındığı, 67. maddenin seçme ve seçilme hakkının şartlarını kanuna bırakmakla birlikte, seçilecek adayların propaganda yapması konusunda herhangi bir sınırlama getirilmediği, Anayasa’nın 159. maddesinde de böyle bir yasak ve sınırlamaya yer verilmediği, Anayasa’nın geçici 19. maddesindeki yasağın, 5982 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılacak ilk seçimlere uygulandığı ve uygulanmakla hükmünü tamamladığı, anayasa koyucunun, geçici maddede ilk seçimler için getirdiği yasak ve sınırlamayı Anayasa’nın 159. maddesine taşımayarak bu alandaki iradesini ortaya koyduğu, seçime girenleri propaganda hakkından yoksun bırakmanın ve sınırlama getirmenin demokratik anlayışla bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 67. ve 159. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Seçme ve Seçilme Hakkı” başlıklı 21. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde, birinci sınıf olup birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş her hâkim ve savcının Kurul asıl ve yedek üyeliğine seçilme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
Kanun’un dava konusu kural olan “Propaganda Yasağı” başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise adayların, kesin aday listesinin ilânından oy verme süresinin bitimine kadar propaganda yapamayacakları; ancak, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilecekleri, kendilerini tanıtan ve mesleki konularla ilgili düşüncelerini açıklayan mektup, elektronik posta ve kısa mesaj gönderebilecekleri ve kapalı yer toplantısı yapabilecekleri belirtilmiştir.
Hâkim ve savcılara tanınan yetki ve teminat, bir zümre ya da sınıf olarak imtiyaz tanımak anlamına gelmeyip, adalete en iyi şekilde ulaşmak için verilmektedir. Bunun için de, hâkimin ve savcının tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlayıcı mekanizmalar ya da güvenceler geliştirilmiş ve adil karar vermeleri sağlanmak istenmiştir.
Hâkim ve savcılar, bulundukları konum ile yapmış oldukları görevin niteliği gereği, diğer kamu görevlilerinden farklıdır. Dolayısıyla, Kurul üyeliğine aday olan hâkim ve savcıların yapmış oldukları görevin niteliği gereği bu kişilerin gruplaşmamaları ya da siyasileşmemeleri için Kurula seçilme hakları engellenmeden yapacakları propaganda hususunda bir takım düzenlemelere tabi tutulmaları doğaldır. Zira, anılan kişilerin gruplaşma ya da siyasileşme ihtimalinin bile yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyeceği açıktır. Kaldı ki, dava konusu kuralla, Kurula aday olan hâkim ve savcılara, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilmeleri, kendilerini tanıtan ve mesleki konularla ilgili düşüncelerini açıklayan mektup, elektronik posta ve kısa mesaj gönderebilmeleri, kapalı yer toplantısı yapabilmeleri imkânları verilmiş ve böylece seçilme hakkı ile dava konusu kuralla getirilen propaganda yasağı arasında adil bir denge korunarak ölçülülük ilkesi de ihlal edilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 67. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
G- Kanun’un 29. Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” İbaresi ile İkinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 159. maddesinde, Kurulun yönetimi ve temsilinin Kurul Başkanı’na verilmekle birlikte, asıl olarak “kurul sistemi” getirildiği, gündemin, Genel Kurulun çalışması için en temel belge ve program olduğu, Başkan’a ait yönetim ve temsil yetkisinin kanunla genişletilmesinin, Başkan’ın Adalet Bakanı olduğu gözetildiğinde, “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre” çalışması gereken Kurulun, Adalet Bakanı’nın ve buna bağlı olarak “yürütme organının” güdümüne girmesi sonucunu doğurduğu, Kurul çalışmalarının ortak irade kullanımını gerektirdiği, ortak irade kullanımında, ortak iradenin çalışma programı olan gündemin de ortak irade ile yapılması ya da hazırlanan gündemin değiştirilmesinde ortak iradenin sınırlandırılmamasının gerektiği belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Genel Kurul Toplantı ve Karar Yeter Sayısı” başlıklı 29. maddesinin (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde, Genel Kurul toplantı gündeminin, Başkan tarafından, Başkanvekilinin de görüşü alınmak suretiyle, işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenleneceği; dava konusu kuralların da yer aldığı (5) numaralı fıkrasında ise gündemde değişiklik yapılmasının, ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde Başkan veya üyelerden birinin talebi üzerine Genel Kurul kararı ile olacağı, ivedi ve süreli olmayan taleplerin bu suretle ele alınamayacağı, gündemdeki işlerden birinin sırasından önce ya da sonra görüşülmesi, ertelenmesi veya gündemden çıkarılması hususunun aynı usule tâbi olduğu belirtilmiştir.
Maddede sayılan tüm görev ve yetkiler, niteliği itibariyle bir kurumun düzenli, verimli ve uyum içinde çalışması için, o kurumu temsil eden ve başkanlık yapan kişilere tanınan, yapılan görevin gereği olarak nitelendirilebilecek görev ve yetkilerdir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, idari organ niteliğini haizdir ve aldığı kararlar da yargı kararı olmayıp idari işlem niteliğindedir. Dolayısıyla, Genel Kurulun gündeminin belirlenmesi de idari nitelikte bir iş olup bu görevin Başkan tarafından yerine getirilmesi, dava dilekçesinde ileri sürüldüğü gibi Anayasa ve Kanunla mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapacağı teminat altına alınmış olan Kurulun, yürütme organının güdümüne girmesi ve Kurul iradesinin sınırlandırılması sonucunu doğurmaz. Aksine bu kurallar, Kurulun uyum içerisinde hızlı ve verimli çalışmasına katkı sağlar.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
H- Kanun’un 30. Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” İbaresi ile İkinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun’un 29. maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresi ile ikinci cümlesine ilişkin belirtilen gerekçelerle kuralların, Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Dairelerin Toplantı ve Karar Yeter Sayısı” başlıklı 30. maddesinin (4) fıkrasının birinci cümlesinde, dairelerin toplantı gündeminin, daire başkanı tarafından işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenleneceği; dava konusu kuralların da yer aldığı (5) numaralı fıkrasında ise gündemde değişiklik yapılmasının ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde daire başkanı veya üyelerden birinin talebi üzerine daire kararı ile olacağı, ivedi ve süreli olmayan taleplerin bu suretle ele alınamayacağı, gündemdeki işlerden birinin sırasından önce ya da sonra görüşülmesi, ertelenmesi veya gündemden çıkarılması hususunun aynı usule tâbi olduğu belirtilmiştir.
Kanun’un 29. maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresi ile ikinci cümlesine ilişkin gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
I- Kanun’un 31. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, oylama iradesinin, kurul halinde çalışmada, çalışmaya katılan üyelerin kararına yansıması olduğu, dava konusu kural ile oy transferinin, ilgilinin lehine gibi gözükse de özünde oy kullanan üyelerin gerçek iradelerinin kanunla değiştirildiği, özgür oy iradesinin oylama sonucuna aynen yansıtılması gerektiği, bu iradeyi değiştirmenin oy hakkının özünü ve demokratik hukuk devletini zedelediği, oylamanın serbestliği ilkesi gereğince, oy kullanan iradenin oyunu her türlü etkiden uzak ve gizlilik içinde kullanılmasının tam olarak güvence altına alınması hâlinde gerçekleşebileceği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Genel Kurul Toplantı ve Karar Yeter Sayısı” başlıklı 29. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, Genel Kurulun, en az onbeş üyeyle toplanıp üye tamsayısının salt çoğunluğuyla; Kanun’un “Dairelerin Toplantı ve Karar Yeter Sayısı” başlıklı 30. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise dairelerin, en az beş üyeyle toplanıp üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar alacağı kurala bağlanmıştır.
Kanun’un “Oylama” başlıklı 31. maddesinin dava konusu kural olan (4) numaralı fıkrasında, disiplin işlemlerinde oyların dağılması hâlinde ilgilinin en fazla aleyhinde olan oyun çoğunluk meydana gelinceye kadar kendisine en yakın olan oya ilave edileceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 159. maddesinin son fıkrasında, “Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.” denilmiştir. Buna göre, anayasa koyucu, Kurulun ve dairelerin toplantı ve karar yeter sayısının belirlenmesi hususunu açıkça kanuna bıraktığı hâlde oyların dağılması hâlinde kararın hangi yönde verileceğine ilişkin bir düzenlemeye yer vermemiştir. Dolayısıyla, bu konuda kanunla bir düzenleme yapılmasının gerekliliği açıktır.
Yasama yetkisinin asliliği ve genelliği ilkesi gereğince kanun koyucu bu alandaki boşluğu dava konusu kural ile düzenlemiştir. Anayasa’da düzenlenmemiş bir alanın kanun koyucunun takdirine bırakıldığı, Anayasa’nın temel ilkeleri ile yasaklayıcı hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, bu konudaki tercihin kanun koyucunun takdiri kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.
Anayasa’da düzenlenmediği için uygulamada belirsizliğe yol açacak bir alanın, öngörülebilir ve uygulanabilir şekilde kanunla düzenlenmesi, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin gereğidir. Bu nedenle, Anayasa’da yer verilmeyen disiplin işlemlerinde oyların dağılması hâlinde ortaya çıkan belirsizliği kanun koyucunun kanunla düzenlemesi hukuk devletine aykırılık oluşturmaz.
Diğer taraftan, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev yapan Kurul üyelerinin kendi iradeleri ile oylarını kullanacakları açıktır. Zira kural, oylama sonucunda meydana gelen sonuçla ilgili bir düzenleme olup Kurul üyesinin oyunu ne şekilde kullanacağı ile ilgili bir düzenleme niteliğinde de değildir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
J- Kanun’un 36. Maddesinin (10) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kurulun, anayasal konumu ve özelliği göz önünde bulundurulduğunda, Kurul üyelerinin kendine özgü soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi olmalarının olağan olduğu, bu güvencenin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurularak görev yapan Kurulun, anayasal güvencesine uygun olduğu, Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki eylemlerinden dolayı disiplin soruşturma ve kovuşturmalarının da Kanun’daki özel yönteme tabi tutulduğu, böyle özel bir yöntemin, Kurul üyeliği adaylığından Kurul üyeliği seçimine ve Kurul üyeliğindeki çalışma sorumluluğuna kadar tüm süreçleri sübjektif olarak etkileyecek öneme ve etkiye sahip olduğu, demokratik hukuk devletinin böylesine sübjektif koruma ve üstünlükleri kabul etmeyeceği, Anayasa’da Kurul üyelerinin, üyelikten önceki eylemlerinden dolayı özel bir koruma öngörmediği, Kurul üyesinin kendisini üyelikten önceki eylemleri nedeniyle soruşturan, kovuşturan ve aklama durumunda olan diğer Kurul üyeleriyle birlikte çalışacağı ve sübjektif baskı altında kalacağı, Kurul üyeliği makamının kötüye kullanımına yol açacak her tür kural ve davranışın, yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esasını tehdit edeceği, önceki eylemi Kurula taşınan üyenin, önyargıdan kurtulamayacağı ve diğer üyeleri de etkileyeceği, ayrıca bu durumdan asıl etkilenenlerin Kurul kararına bağlı hâkim ve savcılar olduğu, Kurulun iç işleyişindeki bağımsızlığın zedelenmemesinin gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Üyelerin Disiplin Soruşturma ve Kovuşturması İşlemleri” başlıklı 36. maddesinin dava konusu (10) numaralı fıkrasında, Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki eylemlerinden dolayı disiplin soruşturma veya kovuşturmaları Kurul tarafından bulunduğu aşamadan itibaren, Kanun’daki usul çerçevesinde, ilgililerin özel kanunlarındaki hükümler esas alınmak suretiyle karara bağlanacağı belirtilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatını göz önünde bulunduran, kişi güvenliğini sağlayarak her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdüren devlettir.
Dava konusu kuralın, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre çalışacağı Anayasa ve Kanunla teminat altına alınan Kurul üyelerinin anılan teminatlara uygun olarak görev yapmaları için kabul edildiği açıktır. Dolayısıyla, bu usulün tanınması, seçimle gelen Kurul üyelerine bir zümre ya da sınıf olarak imtiyaz tanımak anlamına gelmeyip yapılan görevin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Buna göre, dava konusu kuralın hukuk devleti ilkesi ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 6. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
K- Kanun’un 38. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun’un 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesine ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa’nın 2., 9. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Üyelerin Adlî Suçlarıyla İlgili Soruşturma ve Kovuşturma Usulü” başlıklı 38. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemlerinin Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından Kanun hükümleri uyarınca yapılacağı; (2) numaralı fıkrasında, Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan’ın, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabileceği ve görevlendirilen bu daire başkanının, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkan’a bildireceği; (3) numaralı fıkrasında, Başkan’ın suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunacağı, yapılan görüşme sonucunda, soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verileceği, soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçileceği, soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olanın başkanlık edeceği; dava konusu kuralın da yer aldığı (4) numaralı fıkrasında ise soruşturma kurulunun, 5271 sayılı Kanun’a göre işlem yapıp kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanacağı ve soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvuracağı belirtilmiştir.
Kanun’un 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesine ilişkin gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 9. ve 36. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
L- Kanun’un 38. Maddesinin (10) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun’un 36. maddesinin (10) numaralı fıkrasına ilişkin gerekçelerle kuralın, Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un 38. maddesinin “Üyelerin Adlî Suçlarıyla İlgili Soruşturma ve Kovuşturma Usulü” başlıklı 38. maddesinin (10) numaralı fıkrasında, Kurulun seçimle gelen üyelerinin, Kurul üyesi olmadan önceki suç teşkil eden eylemlerinden dolayı soruşturma yapılması ve kovuşturma izni verilmesi işlemlerinin, bulunduğu aşamadan itibaren Genel Kurul tarafından Kanun hükümlerine göre yürütüleceği belirtilmiştir.
Kanun’un 36. maddesinin (10) numaralı fıkrasına ilişkin gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 6. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
M- Kanun’un Geçici 2. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kurul üyeliği süresince, Yargıtay daire başkanı hakkındaki hükümlere tabi tutulan üyelerin, üyeliklerinin sona ermesine rağmen emekliliklerinde Yargıtay daire başkanının esas alınması nedeniyle kendilerine özel ve ayrıcalıklı bir emeklilik hakkı tanındığı, Kurul üyeliğinin tüm görev süresini kapsayan bir statü olmadığı, Kurul üyelerinden üyelikleri sona erip Kanun’da belirtilen şekilde eski görevlerine dönüp emekli olduktan sonra bağlanacak emekli aylıklarında, Yargıtay daire başkanının esas alınmasının imtiyazlı durumdan faydalanılması sonucunu ortaya çıkardığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un “Mali ve Sosyal Haklar ile Emeklilik” başlıklı geçici 2. maddesinin dava konusu (2) numaralı fıkrasında, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunla değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesi uyarınca oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun seçimle gelen üyelerinden, 5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesi kapsamında bulunanların, emeklilik hak ve yükümlülüklerinin; 2802 sayılı Kanun’un geçici 16. maddesi kapsamına giren Yargıtay daire başkanı esas alınarak tespit olunacağı belirtilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinde, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’na ilişkin geçiş hükümleri düzenlenmiş ve 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte, 5434 sayılı Kanun’a göre iştirakçi olanlar hakkında sosyal sigortalar bakımından bu Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam edileceği öngörülmüştür. Buna göre, 5510 sayılı Kanun’da aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde, 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar ile önceden 5434 sayılı Kanun’a tabi çalışmış olup da 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ve bunların dul ve yetimleri hakkında 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır.
2802 sayılı Kanun’un geçici 16. maddesinde ise 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce sigortalı veya iştirakçi olup 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılanlardan, 2802 sayılı Kanun’un 103. maddesinde unvanları belirtilen kişilerin emeklilik kesenek ve karşılıkları ile emekli aylıkları ve ikramiyelerinin hesaplanmasında 5536 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önceki bu hususlara dair hükümlerin uygulanmasına devam olunacağı belirtilmiştir. Buna göre, ilk defa 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına giren 2802 sayılı Kanun’un 103. maddesinde unvanları belirtilen kişiler kural kapsamında değildir. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 1.10.2008 tarihinden önce iştirakçi olan anılan kişilerin, emekli kesenek ve karşılıkları ile emekli aylık ve ikramiyeleri hesaplanırken 5536 sayılı Kanun’dan önceki mevzuat hükümleri uygulanacaktır.
Bu kurallara göre, 5982 sayılı Kanunla değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesi uyarınca oluşturulan Kurulun seçimle gelen üyelerinin emeklilikle ilgili hak ve yükümlülüklerinin, Yargıtay daire başkanı esas alınmak suretiyle tespit edileceği benimsenmiş ve dava konusu kuralla, yapılan Anayasa değişikliğinden sonra oluşan Kurulun seçimle gelen üyelerine de aynı haklar tanınmıştır. Zira, Kanun’un 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Kurulun seçimle gelen üyelerinin, görevleri süresince, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm mali ve sosyal haklardan yararlanacakları, sosyal güvenlik bakımından 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki hak ve yükümlülüklerinin, Yargıtay daire başkanı esas alınarak tespit edileceği belirtilmiştir. Böylece, Kanun’un 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki kuralla seçimle gelen Kurul üyelerine tanınan hak, 5982 sayılı Kanunla değiştirilen Anayasa’nın 159. maddesi uyarınca oluşturulan Kurulun seçimle gelen üyelerine de tanınmıştır.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir. Kurulun bu görevlerini yerine getirmesi için Kurul üyelerinin bir takım hukuki, mali ve sosyal güvencelere sahip olması gerektiği açıktır. Bu bağlamda, kanun koyucunun Kurul üyelerinin yaptığı görevi gözeterek düzenleme yapması takdir yetkisi içindedir.
5982 sayılı Kanunla Anayasa’ya eklenen geçici 19. maddesinin beşinci fıkrasında da “İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar.” denilmektedir. Dava konusu kuralın anayasa koyucunun iradesiyle uyum içinde olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın 10. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
N- Kanun’un Geçici 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa’nın 159. maddesinde yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanmasının hukuk devletinin bir gereği olduğu, Anayasa’da, bu değişikliğin önceki Anayasa maddesi kapsamında kalanlara uygulanacağına dair özel bir hükmün bulunmadığı, Anayasa hükmünün kanun ile değiştirilemeyeceği, dava konusu kuralla önceki Anayasa maddesi kapsamındakilerin yeni getirilen Anayasa maddesi kapsamına alındığı ve bunun da kanunla Anayasa maddesinin değiştirildiği anlamına geldiği, hiçbir organın kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. ve 6. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava konusu kural Anayasa’nın 159. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Kanun’un geçici 3. maddesinin dava konusu (1) numaralı fıkrasında, 2461 sayılı Kanun ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hâkim ve savcıların, bu cezanın kaldırılması için idari dava açmadan önce, 6087 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde Kurula başvurmaları gerektiği; (2) numaralı fıkrasında, Genel Kurulun, usulüne uygun yapılan başvurular üzerine, dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda, talep hâlinde, başvuranın bizzat veya vekili aracılığıyla yazılı ya da sözlü savunmasını da almak suretiyle, başvurunun kabulüne veya reddine karar vereceği; (3) numaralı fıkrasında, başvurunun kabulü hâlinde, önceki kararın kaldırılmasına veya hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde aranan niteliklerin kaybedilmemiş olması şartıyla ilgilinin hâkimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına yahut önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek görüldüğünde eyleme uyan disiplin cezasına karar verileceği; (4) numaralı fıkrasında (2) ve (3) numaralı fıkralar uyarınca verilen kararlara karşı, Başkan veya ilgilinin, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kuruldan yeniden inceleme talebinde bulunabileceği ve yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararların kesin olduğu; (5) numaralı fıkra uyarınca verilen başvurunun reddine ilişkin kesinleşen kararların iptali talebiyle ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya başvurulabileceği, bu davanın acele işlerden sayılacağı ve (3) numaralı fıkra uyarınca verilen kararların yargı denetimi dışında olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın 159. maddesinin onuncu fıkrasında, “Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.” denilmiştir.
Kanun’un “Yeniden İnceleme, İtiraz ve Yargı Yolu” başlıklı 33. maddesinin (5) numaralı fıkrasında da Genel Kurulun veya dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabileceği belirtilmiştir. Buna göre, anayasa koyucu, yeni iradesi ile Anayasa’nın 159. maddesinde düzenleme yaparak Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabileceğini kabul etmiştir. Kanun koyucu da bu hususu uygulama kanunu olan 6087 sayılı Kanun’da aynı şekilde düzenlemiştir. Dava konusu kuralla ise 2461 sayılı Kanun ile kurulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hâkim ve savcılar yönünden anayasa koyucunun yeni iradesine uygun olarak lehe düzenleme yapılmış ve anılan kişilerin Kurula yeniden başvurarak durumlarının bir kez daha incelenmesi imkânı getirilmiştir. Böylece, Kurul, yapacağı inceleme ile yeni bir işlem tesis etmekte ve yeni bir karar vermektedir. Kurulun, eski kararın doğru olduğuna dair yeni bir karar vermesi durumunda ise kişilere dava açma hakkı tanınmaktadır. Dolayısıyla, dava konusu kuralın, Anayasa’nın 159. maddesi ile çelişen bir yönü bulunmadığı gibi lehe düzenleme olması nedeniyle hukuk devleti ilkesine de aykırılık teşkil etmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Bu görüşe Osman Alifeyyaz PAKSÜT katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa’nın 6. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
O- Kanun’un 48. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun’un yürütmesinin, yürütme organı içinde yer alan Bakanlar Kuruluna bırakıldığı, oysa mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatına göre görev yapan Kurulun yürütme organı içinde görev yapmadığı, Bakanlar Kuruluna Anayasa’da Hakimler ve Savcılar Kanunu’nu yürütmek gibi bir yetki verilmediği, görevini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız olan, hiçbir makamdan, merciden veya kişiden emir ve talimat almayan Kurul’un, davaya konu olan Kanun’un Bakanlar Kurulu tarafından yürütülmesinin hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı, bu Kanun’un mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatına göre kurularak görev yapan ve yetki kullanan Kurul tarafından yürütülmemesinin bağımsızlık ilkesini zedelediği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 6. ve 159. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun’un dava konusu kural olan “Yürütme” başlıklı 48. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulunun yürüteceği belirtilmiştir.
Anayasa’nın 109. maddesinde, Bakanlar Kurulunun, Başbakan ve bakanlardan oluşacağı; 112. maddesinde ise Başbakan’ın, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği, Bakanlar Kurulunun da bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olacağı öngörülmüştür. Buna göre, Bakanlar Kurulu, siyasi sorumluluk gereği meydana gelen aksaklıklar karşısında uygun gördüğü önlemleri almaya yetkilidir. Buna göre, siyasi olarak kanunları yürütmekle sorumlu olan organın Bakanlar Kurulu olması karşısında, Kurulun faaliyetleri ile ilgisi bulunmayan kuralın yargı bağımsızlığını zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 6. ve 159. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
11.12.2010 günlü, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun;
A- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1- (h) bendinde yer alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” ibaresine,
2- (l) bendinde yer alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” ibaresine,
B- 3. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,
C- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde…” ibaresi ile (5) numaralı fıkrasına,
D- 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesine,
E- 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,
F- 29. maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresi ile ikinci cümlesine,
G- 30. maddesinin (5) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresi ile ikinci cümlesine,
H- 31. maddesinin (4) numaralı fıkrasına,
I- 36. maddesinin (10) numaralı fıkrasına,
J- 38. maddesinin (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (10) numaralı fıkrasına,
K- Geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasına,
L- Geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,
M- 48. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,
yönelik iptal istemleri, 7.3.2013 günlü, E.2011/20, K. 2013/41 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, ibarelere ve cümlelere ilişkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE, 7.3.2013 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- SONUÇ
11.12.2010 günlü, 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun;
A- 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1- (h) bendinde yer alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” ibaresinin,
2- (l) bendinde yer alan “…geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan…” ibaresinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, Mehmet ERTEN’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- 3. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C- 14. maddesinin;
1- (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Üçüncü Daire Başkanının gözetiminde…” ibaresinin,
2- (5) numaralı fıkrasının,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D- 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F- 29. maddesinin (5) numaralı fıkrasının;
1- Birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresinin,
2- İkinci cümlesinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G- 30. maddesinin (5) numaralı fıkrasının;
1- Birinci cümlesinde yer alan “…ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde…” ibaresinin,
2- İkinci cümlesinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
H- 31. maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I- 36. maddesinin (10) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
J- 38. maddesinin;
1- (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin,
2- (10) numaralı fıkrasının,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
K- Geçici 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
L- Geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
M- 48. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
7.3.2013 gününde karar verildi.

Başkan
Haşim KILIÇ


KARŞIOY GEREKÇESİ
11.12.2010 günlü, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin;
h) bendinde: “Hâkim: 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda tanımlanan hâkim ile geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan hâkimi,”,
l) bendinde :“Savcı: 2802 sayılı Kanunda tanımlanan savcı ile geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapan savcıyı,”,
hükümleri yer almaktadır.
Maddenin (h) ve (l) bentlerinde koyu renk yazı ile gösterilen dava konusu kurallar, 2802 sayılı Kanun’da belirtilen hâkim ve savcı tanımına ek tanım getirmektedir. Getirilen bu tanım uyarınca, hâkim ve savcıların geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapmaları halinde bile, hâkim ve savcı sıfatlarının devam edeceği, onlar hakkındaki hükümlere tâbi olacakları ve hâkim ve savcılara tanınan haklardan yararlanacakları anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın “Hâkimlik ve savcılık mesleği” başlıklı 140. maddesinin birinci fıkrasında “Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür.”, beşinci fıkrasında “Hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev alamazlar.”, son fıkrasında da “Hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idarî görevlerde çalışanlar, hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tâbidirler. Bunlar, hâkimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hâkimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar.” denilmektedir.
Anayasa, sadece adli ve idari yargı görevini fiilen yapanların hâkim ve savcı mesleğinden sayılacaklarını, hâkim ve savcıların bu görevleri devam ederken kanunda belirtilenlerden başka resmi ve özel hiçbir görevi ek olarak alamayacaklarını, bunun tek istisnasının hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idarî görevlerde çalışanlar olduğunu ifade ederek kimlerin hâkimlik ve savcılık mesleğinden sayılmaları gerektiğinin sınırlarını duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirtmekte ve bu sınırlar dışındaki görevlendirmeleri hâkimlik ve savcılık mesleği bakımından dikkate almamaktadır.
Hak arama hürriyetinin ve adil yargılamanın temel güvencelerinden birini oluşturan hâkimlik ve savcılık mesleğinin önemini gözeten anayasa koyucu, bu meslekleri özel olarak Anayasa’da tanımlamak suretiyle kanuna bırakmamıştır.
Dava konusu kurallar ise hâkim ve savcı iken geçici yetki veya herhangi bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görev yapanları da yaptıkları görevin niteliği ne olursa olsun, hâkimlik ve savcılık mesleğinin kapsamı içinde kabul etmekte, böylece hâkimlik ve savcılık mesleğiyle ilgili Anayasa’da öngörülen kimlerin hâkim ve savcı sayılmaları gerektiğine ilişkin tanımın sınırlarını genişletmekte ve bu haliyle de Anayasa’nın 140. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenle kuralların iptali gerekir.

Üye
Mehmet ERTEN


KARŞIOY YAZISI
1. 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 3. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa’ya aykırılığı:
(4) numaralı fıkranın birinci cümlesinde Adalet Bakanlığı Müsteşarının Kurulun tabii üyesi olduğu belirtilmiş, ikinci cümlesinde ise “Müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekalet etmekte olan, Kurul toplantılarına katılır” denilmiştir.
İptal istemi, fıkranın ikinci cümlesine, yani müsteşarın tabii üyeliğinin müsteşara vekalet edenlere de teşmil edilmesine ilişkindir.
Yargı bağımsızlığı yönünden esasen sağlıksız bir düzenleme olan ancak Anayasa hükmü olması dolayısıyla iptali mümkün bulunmayan Adalet bakanlığı müsteşarının tabii üyeliğini daha alt seviyedeki Adalet Bakanlığı bürokratlarını da kapsayacak şekilde genişleten kuralın aşağıdaki nedenlerle Anayasaya aykırı olduğu görüşündeyim.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HYK) Anayasa’nın 159. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında Kurulun ne şekilde oluşacağı açıklanmış, dördüncü fıkrada seçimlerin zamanı, beşinci fıkrada asıl ve yedek üyelerin sıralanması esasları belirtilmiştir. Anayasa’nın bu düzenlemeleriyle Kurulun üyelikleri duraksamaya veya yoruma yer vermeyecek şekilde saptanmış, kanun koyucuya veya idareye, uygun gördükleri kişileri Kurul üyelerinden mazeretli olanların yerine Kurul çalışmalarına gönderme yetkisi verilmemiştir. Buna göre, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Anayasa tarafından şahsen belirlenmiş bir üye olup, bunun yerine İdarece bir başkasının kurula gönderilmesi mümkün değildir.
Üyeleri Anayasa ve kanunlarla açıkça belirlenen kurul veya organlarda üyelerin bulunmadığı zaman yerine yine Anayasa veya kanunda öngörülmemişse vekalet müessesesinin uygulanmaması kamu hukukunda temel kuraldır. Buna göre, yüksek yargı organlarında, bağımsız veya özerk üst kurullarda üyenin bulunmaması halinde yerine vekilini göndermesi şeklinde bir uygulama söz konusu olamaz.
HSYK üyeliklerinde de İdare hukukunun vekalet kurumuna ilişkin esaslarının geçerli olamayacağı açıktır. Bu durum HSYK’nın başkanı olan Adalet Bakanı için de geçerlidir. Anayasanın 113. maddesine göre bir Bakanın izinli veya özürlü olması halinde kendisine başka bir Bakanın vekalet etmesi öngörülmüş ise de Anayasa koyucu aynı esasın HSYK için geçerli olmasını uygun bulmamış, 159. maddenin yedinci fıkrasında Kurulun Başkanı olan Adalet Bakanı’nın bulunmadığı durumlarda Kurula başkanlık etmek üzere Daire Başkanlarından birinin Başkan vekili olarak seçilmesi esası getirilmiştir. Aynı şekilde, özel bir yapısı bulunan ve üyeleri bizzat Anayasa tarafından belirlenmiş olan Kurulda müsteşar yerine, kendisine Bakanlıktaki bürokratik görevlerinde vekalet eden bir yardımcısının görev yapması mümkün değildir. Anayasa’da Müsteşara vekalet konusunda açık bir düzenleme bulunmaması, bu konuda yasa koyucuya takdir hakkı verildiği anlamına gelmez. Zira anayasa ilke olarak HSYK’da yedek üyelik kurumunu benimsemiştir. Kaldı ki Müsteşarın bazı toplantılara katılamaması, görev yaptığı Dairenin çalışmalarını engellemeyecek veya karar almasını etkilemeyecektir. Kural, HSYK’nın üyelerinden birinin belirlenmesinin ötesinde, siyaset kurumunun bir parçası olan Adalet Bakanlığının Kurulda daimi olarak mevcudiyetini sağlamayı amaçlamaktadır.
HSYK’da Adalet Bakanlığının daimi olarak temsilini kurumsallaştırmakla, iptal istemine konu kuralın yargı bağımsızlığını daha da zedelediği açıktır. Bu yönüyle hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırıdır.
Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırı olan kuralın iptali gerekir.
2. Geçici Madde 3’ün (1) numaralı fıkrasının Anayasaya aykırılığı:
HSYK Kanunu’nun Geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında 2461 sayılı Kanunla kurulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hakim ve savcıların, bu cezanın kaldırılması için idari dava açmadan önce, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış gün içinde Kurula başvurmaları gerektiği belirtilmiştir.
Geçici Madde 3’ün (3) numaralı fıkrasına göre, Kurul, başvurunun kabulü halinde ilgilinin hakimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına karar verebileceği gibi, önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek gördüğünde eyleme uyan disiplin cezasına karar verebilecektir. Maddenin (4) numaralı fıkrasına göre bu şekilde verilen farklı bir disiplin cezasına karşı on gün içinde yeniden inceleme talebinde bulunulabilecek, yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararlar kesin olacaktır. (5) numaralı fıkranın son cümlesinde, üçüncü fıkra uyarınca verilen kararların yargı denetimi dışında olduğu belirtilmiştir.
Anayasa’nın 159. maddesinin onuncu fıkrasında Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamayacağı öngörülmüştür. Buna göre, Kurulun meslekten çıkarma kararlarına karşı idari yargıya başvurulabilecek, yargı bu istem doğrultusunda karar verirse daha önceki meslekten çıkarma kararı kaldırılabilecektir. İptali istenen kural ise Anayasa’nın yargıya verdiği bir yetkiyi idari bir kurul olan ve görevleri Anayasa’nın 159. maddesinde tahdidi olarak belirtilen HSYK’ya devretmektedir. Kural bu nedenle Anayasa’nın 2. ve 159. maddelerine aykırıdır.
Daha önce verilip kesinleşmiş meslekten çıkarma kararlarının idari bir tasarrufla ortadan kaldırılması Anayasada öngörülmemiştir. Ancak Geçici Madde 3’ün (3) ve (5) numaralı fıkralarıyla birlikte değerlendirildiğinde kuralla, başvuru halinde, daha önce verilmiş ve uygulanmış olan meslekten çıkarma cezasına ilaveten, yeniden disiplin kovuşturması yapılarak farklı bir disiplin cezası verilmesinin olanaklı hale getirildiği görülmektedir. Aynı kişinin aynı eylemden dolayı ikinci kez yargılanamayacağına (non bis in idem) dair evrensel hukuk ilkelerine aykırı olan, daha önceki disiplin cezasının zamanaşımına ilişkin hükümlerine bağlı kalınmaksızın yeniden disiplin cezası verilmesini olanaklı hale getiren kural, Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkına da aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle kuralın iptali gerekir.

Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT