Vergi Ceza Sisteminde Reform Başka Bahara Mı?
(21.10.2021)
Vergi Usul Kanunu’nun bir kısım filleri kaçakçılık suçları olarak kabul ederek hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandıran...

Vergi Usul Kanunu’nun bir kısım filleri kaçakçılık suçları olarak kabul ederek hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandıran 359. maddesi, uygulamada en sorunlu ve en can yakan maddelerinden biridir. Maddenin sorunlarını tekrar ve kısaca aktaralım.

359. maddenin fıkralarında sayılan suçlarda, suçun oluşumu bakımından (çift defter tutmak hariç) “vergi ziyaı” aranmamıştır. Yani suçun unsurları arasında, hazine nezdinde vergi kaybı yaratmak yoktur. Yani bir kişi vergi ziyaına yol açmasa dahi, 359. maddede yazılı fiilleri işlerse, ceza yargısı deyişi ile “Vergi Usul Kanunu’na muhalefetten mahkûmiyet alabilmektedir. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik içtihadına göre de, bu maddede yazılı suçlar açısından vergi ziyaının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek yoktur. Devlete vergi kaybı yaratmayan bir fiilin vergi suçu olması, her şeyden önce akla aykırıdır. Akla aykırı hukuk olmaz. Aynı fiil için idari para cezası uygulanırken vergi kaybının aranmasına karşılık, hürriyeti bağlayıcı ceza verilirken vergi kaybının aranmaması, zaten kanunun kendi içerisinde taşıdığı bir iç çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öte yandan ceza hukukunda suçların oluşumunda kast unsuru, en önemli unsurlardandır. Ama 359. madde, kastı suçun unsurlarından çıkartmıştır. 4369 sayılı Kanun’un tasarısını hazırlayanlar, bu ceza hukuku ilkesini de görmezden gelmişler ve metinden çıkartmışlarsa da, neyse ki uygulamada Yargıtay, maddeye rağmen, “kast unsurunun” varlığını yine de aramaktadır. Oysa özellikle belgeye bağlı suçlarda “kast” da yetmez, “bilme” şeklindeki özel kastın aranması gerekir. Burada haksızlıklara yol açan nokta, özellikle “kullanma” fillerinde “bilme” özel kastının aranmamasıdır.

Bu çelişkiler uygulamada ceza ve vergi mahkemeleri arasındaki, olması gereken ilişkiyi de koparmıştır. Bu kopma sonucunda, kendisine üç kat idari para cezası kesilenler ve haklarında suç duyurusu yapılanların davalarında, anlaşılması mümkün olmayan sonuçlar oluşmaya başlamıştır. Örneğin idari para cezası idari yargıda iptal edilmekle birlikte ceza yargısında mahkûm olanlar veya tam tersi, üç kat idari para cezası kesinleşmekle birlikte ceza yargısında beraat edenler giderek çoğalmaktadır. Vergi mahkemeleri ile ceza mahkemeleri arasındaki kopmuş ilişkinin vergi ziyaı koşulu ile yeniden yaratılması ve bu yolla her iki yargı manzumesinin farklı yönde kararlar oluşturmasının da önüne geçilmesi gerekmektedir. 

Mart ayında açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı’nda maddenin sadece zincirleme suç uygulaması açısından revize edileceği açıklanmıştır. Sadece bu yönde yapılacak bir düzenleme, maddenin sorunlarını ve yaşanan adaletsizlikleri çözmeyecekse de uygulamayı rahatlatmak açısından bir nefes olarak yorumlanmıştır. Nitekim, tek bir tespitle birden fazla yılda sahten belge kullandığı suçlaması yapılanlar hakkında her bir yılı ayrı suç kabul edip ceza verilmesi, 15 yılı aşkın mahkûmiyetlere yol açmaktadır. Bu gün herkes, her bir tespitin, bir suç işleme kararı olarak kabul edilip, bir mahkûmiyete hükmedilmesi, ancak fiilin birden fazla yılda görüldüğü durumlarda ceza artırımına gidilmesi fikrinde birleşmektedir. Aslında buradaki sorun yargı yorumundan kaynaklanıyorsa da, bu katılmadığımız anlayışın giderilmesi ancak kanun değişikliği ile gerçekleşebilecek gibi görünmektedir.

Öte yandan vergi ceza sisteminin idari para cezalarına ilişkin kısmının da iç açıcı olduğu söylenemez.

Nitekim Vergi Usul Kanunu’nun idari para cezasını düzenleyen 344. maddesinde yer alan ve mükellefin kusurunun derecesini (kast veya kusur ayırımı yapmaksızın) dikkate almayan ve bu yönüyle Kabahatler Kanunu ile çelişen tek tip idari para cezası uygulamasından vaz geçilmesi gerekmektedir. Bu gün kasten vergi ziyaına sebebiyet verenlerle hafif derecede görülebilecek bir hata sonucu vergi ziyaına sebebiyet veren mükelleflerin aynı yaptırıma tabi tutulmasının adil olarak kabul etmek mümkün değildir. 

Genel usulsüzlük, özel usulsüzlük ayrımının yol açtığı anlamsız sorunların giderilebilmesi için bu iki kabahatin birleştirilmesi gerekmektedir.

Diğer kanunlarda yer alan ve idari yaptırıma ilişkin olan düzenlemelerin, cezayı ağırlaştıran veya hafifleten haller şeklinde Vergi Usul Kanunu’na taşınması gerekmektedir.

Bu arada vergi kabahatlerinin etkinliği zaten uzlaşma müessesesi ile kalkmış, gecikme faizi cezanın yerine geçer hale gelmiştir.

Vergi Usul Kanunu’nun kabahat ve ceza hükümleri ile bu hükümlerle kurulmuş sisteme ilişkin sorunların tamamını burada yazmaya veya sıralamaya olanak yok. Bu sorunların giderilebilmesi için önce 359. maddenin sil baştan düzenlenmesi, sonra vergi ceza sisteminin yeni baştan kurulması ve bu kuruluma göre kabahat ve suçların gözden geçirilmesi ile yaptırımlarının yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Bütün bu sorunlar çözüm beklerken, ilgili kamuoyu İnsan Hakları Eylem Planında yer alan vaadin gerçekleşmesini beklerken, geçtiğimiz günlerde kabul edilen 7338 sayılı Kanunla, vergi ceza sisteminin tek sorunu tekerrür müessesesi imiş gibi, tekerrürü düzenleyen madde yeniden yazıldı. Hem de oradaki sorunları dahi tam çözmeyerek. Bu konuyu geçen yazımda yazdığım için tekrar değinmiyorum.

İnsan Hakları Eylem Planı ile yargılananlara /hüküm giyenlere bir umut ışığı yakan düzenlemenin, vergi ceza sistemindeki düzeltme veya reformun başka bahara bırakıldığına, nedense inanmak istemiyorum.



Kaynak: Bumin Doğrusoz / Dünya Gazetesi