Mali Güç İlkesini Zedeleyen Adaletsizlikler

Bugün artık adil bir vergi düzenine kavuşmak için, gelir ve kurumlar vergisi kanunlarını yok sayıp, yeni baştan çağdaş bir şekilde yazmak gerekmektedir.

Anayasamızın 73. maddesi, vergilerin “mali güç” ilkesine göre alınmasını emreder. Maliye teorisi bunu “çok kazananın çok ödemesi” şeklinde anlar ve “dikey adalet” ilkesi diye açıklar ve bu açıklamadan hareketle “artan oranlı tarife” ile sorunu çözmeye çalışır. Bu ilkeyi sosyal devlet ilkesi açısından yorumlayanlar ise mali gücü olmayandan vergi alınamayacağını söyler.

Bunlar güzel de, yaşama geçmesi o kadar kolay değildir. Çünkü Hazinenin gelirini artırmayı amaçlayan mali idareler ise bu ilkeyi bertaraf etmek için, açıkça ifade edilmeyen veya gözle görünmeyen yöntemleri kovalar. Bizde de böyledir.

Kazancın mali güce göre saptanarak vergilendirilebilmesi için Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarında yer alan gider düzenlemelerinin kendi içerisindeki çelişkileri, bu düzenlemelerin yarattığı çemberin gerek idari anlayışta gerek yargı anlayışında yorum yoluyla daraltılması, kazancın elde edilmesi, muhafazası ve sürdürülmesi amacı ile illiyet bağı açık olan veya mükellefçe kanıtlanabilen giderlerinin pek çoğunun muteber kabul edilmemesi, mali güç ilkesini bertaraf etmekten başka bir sonuca hizmet etmemektedir.

Son yıllarda izlenen vergi politikalarından biri de vergi oranlarını yükseltmeden vergi gelirini artırma politikasıdır. Bunun yolu ise giderleri kısıtlayarak, bir başka deyişle matrahı mali güç ilkesinden uzaklaştırarak vergilemedir. Nitekim çeşitli vergi kanunlarında yer alan bazı düzenlemeler, sadece bu yanlış amaca hizmet etmektedir.  Örneğin, işletmelerin sahip olduğu binek araçlarının motorlu taşıtlar vergisini gider yazamaması, işyerinde kullanılan telefon veya internet için ödenen bedel üzerinden hesaplanan özel iletişim vergisinin gider kabul edilmemesi, işletmenin verdiği beyannamelerin damga vergisinin gider yazılamaması bunun en açık örnekleridir.

Özellikle son yıllarda uygulamaya konulan düzenlemelerde de bu amaç görülmektedir.  Örneğin binek araçlarının giderlerinde %70 kısıtlaması bazen mali güç ilkesi ile çelişebilmektedir. Bu düzenlemenin maksadı tacirin veya serbest meslek erbabının araçlarını tatil günlerinde de kullanabildiği ve özel kullanıma tekabül eden giderlerin ayrıştırılması olmakla beraber, kural katıdır.  Binek araçlarını 7 gün 24 saat kullanan işletmeler için bu kuralın dışına çıkma veya bu hususu ispat ederek tüm giderlerini dikkate alma olanağının tanınmamış olması, bu işletmeler için bir haksızlık kaynağıdır. Konunun yasalarda adi karine yerine mutlak karine düzenlenmesi, düzenlemeleri bence Anayasaya da aykırı kılmaktadır.

Yine aynı şekilde, geçmişte de yazdığım gibi, finansman gider kısıtlaması, işletmenin iş için katlandığı yükün yok sayılması da vergilemeyi mali güç ilkesinden uzaklaştırmaktadır. Her ne kadar burada amacın finansman yükünün enflasyondan arındırılması olduğu söylenebilirse de aynı şekilde varlıklar üzerindeki veya varlık satışındaki enflasyon tahribatının (yeniden değerleme ve/veya maliyet revizesi) dikkate almaksızın ve hele finansman giderlerinin netleştirme dahi yapılmadan uygulamaya esas alınması, uygulamayı adaletsiz hale getirmekte ve işletmelerin gerçek kazançları üzerinden vergilemesine engel olmaktadır.

Yine aynı şekilde eşe ödenen ücretin gider yazılamaması, ücret gider yazılamıyor olsa da yapılan stopajın ve ödenen SGK priminin de -Devlete ödendiği halde- gider yazılamaması da bir başka mali güç ilkesini ihlal eden haksızlıktır. Örneğin bir ayakkabı mağazası sahibinin eşinin kasada durarak çalışması halinde, eşe ödenen ücreti gider yazamamasının bir anlamı da yoktur. Gerçi burada amacın kötüye kullanmayı önleme olduğu söylenebilirse de bu bir denetim sorunudur. Denetim yetersizliğinin, bütün mükellefleri kötü niyetli addetme sonucunu doğurmaması gerekir. Üstelik bir doktorun, bir avukatın muayenehanesinde / bürosunda sekreter veya hemşire olarak görev yapan eşine ödediği ücreti gider yazması mümkünken, tacirleri kötü niyetli kabul etmenin izahı da yoktur.

Serbest meslek erbabının işte kullandığı takım elbiseyi, kravatı gider yazdırmamak, sanatçıların kıyafet ve makyaj harcamalarını dikkate almamak, bu meslek erbabını haksız ve mali gücün üzerinde vergilendirme sonucunu doğurmaktadır Bu gün pek çok serbest meslek erbabı % 75 – 90 oranında kârlılıkla çalışmakta ve haksız yere vergi ödemektedir. Örneğin bir mali müşavir veya avukat, işte kullanacağı açık olan takım elbisesini, bir gece misafirlikte giyse ne olur? Herhalde Pazar günü pikniğe giderken giyecek değil ya.

Mali gücü aşan oranda vergilendirilenlerin ağır vergi yükü karşısında tek yapacakları, kayıt dışına çıkmaktır. Üstelik bu gibi durumlarda kayıt dışını, bu mükellefler adeta bir hak olarak görmekte, her iki yılda bir çıkan af kanunlarını da sırtlarını dayadıkları güvence olarak nitelendirmektedirler. Haksız mıdırlar? Yorum size ait.

Bugün artık adil bir vergi düzenine kavuşmak için, gelir ve kurumlar vergisi kanunlarını yok sayıp, yeni baştan çağdaş bir şekilde yazmak gerekmektedir. Yoksa bütün bu sorunlar, torba kanunlarla yapılacak yamalarla düzeltilecek boyutu çoktan geçmiştir. Vergi mevzuatındaki adaletsizlikler, mükellefler nezdinde adalet duygusunu zedelemekten de öte, vergi hasılatını da olumsuz olarak etkiler hale gelmiştir.


Kaynak:Bumin Doğrusoz / Ekonomim.com