İşçinin Korunması İlkesi

İş Hukuku, işçi ile işveren arasındaki ilişkiyi esas almakta ve belirli ilkeler çerçevesinde çalışma hayatını düzenlemektedir. İşçinin korunması ilkesi, İş Hukuku'nun doğuşunu ve varlık sebebini oluşturan en temel ilkedir.

Ücret karşılığında işverene bağımlı olarak çalışan işçi, iş ilişkisi içerisinde işverene kıyasla ekonomik ve hukuki bakımdan daha zayıf konumdadır. İşçinin işverene ait işyerinde, işverenin emir ve talimatları doğrultusunda çalışması hukuki bağımlılığı; geçimini büyük ölçüde işverenden aldığı ücretle sağlaması ise ekonomik bağımlılığı ifade etmektedir. İşçi ile işveren arasındaki iş ilişkisini diğer hukuki ilişkilerden ayıran temel özellik, işçinin işverene olan hukuki bağımlılığıdır.

Bu bağımlılık ilişkisi, işçinin özel olarak korunmasını ve işçi ile işveren arasındaki dengenin hukuk yoluyla sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. İş hukuku bu noktada yalnızca bireysel menfaatleri değil, aynı zamanda kamu düzenini, sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi gözeten bir işleve sahiptir.

İşçinin korunması ilkesi, işçinin yalnızca ekonomik çıkarlarının değil; aynı zamanda kişiliğinin, sağlığının ve onurunun korunmasını da kapsamaktadır. İş kazaları, meslek hastalıkları ve çalışma ortamından kaynaklanan her türlü fiziksel ve psikolojik tehlikeye karşı işçinin güvence altına alınmış olması, işçinin korunmasına ilişkin ilkenin doğal sonucudur.

Ancak bu koruma sınırsız değildir. İşçinin çıkarları, kamu yararı, toplum düzeni ve ülkenin ekonomik koşulları ile dengeli bir biçimde gözetilmektedir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "İşçinin kişiliğinin korunması" başlıklı 417'nci maddesinde, işverenin hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini koruma, saygı gösterme ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzen sağlama yükümlülüğünü açıkça düzenlemiştir. Bu hükümle işveren, işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir çalışma düzeni sağlamakla yükümlüdür.

İlgili yükümlülüğe ek olarak işverenlerin işçilerin cinsel ve psikolojik tacize uğramamaları için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu'nun "İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı" başlıklı 24'üncü maddesinde, "b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa." hükmü yer almaktadır. Bu doğrultuda hüküm kapsamına giren davranışlara maruz kalan işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshetme hakkı gündeme gelmektedir.

İş Kanunu'nda, işçinin işverene karşı korunmasını sağlamak amacıyla hem ekonomik hem de sosyal nitelikte çeşitli düzenlemelere yer verilmiştir. Bu kapsamda asgari ücret, yıllık ücretli izin, hafta tatili ve ara dinlenmesi gibi haklar işçinin çalışma koşullarını güvence altına alan temel koruyucu hükümler arasında yer almaktadır. Ayrıca tüm bu düzenlemelerin nispi emredici nitelikte olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda tüm bu hakların işçi lehine genişletilmesi her zaman mümkündür.

Nihayetinde işçinin korunması ilkesi, iş hukukunun temelini oluşturan ve işçi işveren ilişkisini dengelemeyi amaçlayan vazgeçilmez bir ilkedir. İşçinin ekonomik ve hukuki açıdan zayıf konumda bulunması, onun özel düzenlemelerle korunmasını zorunlu kılmaktadır. Bu koruma, yalnızca ücret ve çalışma süreleri gibi maddi haklarla sınırlı olmayıp, işçinin kişiliğinin, sağlığının ve onurunun güvence altına alınmasını da kapsamaktadır.

İş kazaları, meslek hastalıkları ve psikolojik risklere karşı alınan önlemler bu yaklaşımın doğal bir sonucudur. Bununla birlikte işçinin korunması mutlak bir nitelik taşımamaktadır. Kamu yararı, toplumsal düzen ve ekonomik gerçeklerle dengeli biçimde uygulanmaktadır.

Türk Borçlar Kanunu ve İş Kanunu'nda yer alan hükümler, işverenin bu konudaki sorumluluklarını açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle işçinin kişiliğine yönelik ihlaller karşısında tanınan haklı nedenle fesih imkanı, işçinin korunması ilkesinin somut ve güçlü bir yansımasıdır.


Kaynak:Resul Kurt / Star Gazetesi